Bedran Güzel tarafından yönetilen Bayi Toplantısı da Zengo gibi 2020’nin ilk aylarında vizyona girip korona gazabına uğrayan filmlerden. Gerçi 21 Şubat vizyon tarihiyle muhtemelen ununu eleyip eleğini asmıştır (1 milyondan fazla bilet kesmiş*) ama kış aylarının komedi filmleri için en bereketli dönem olduğu düşünülürse iyi kötü bir mağduriyetten söz edebiliriz. Bayi Toplantısı’nın esas mağduriyeti ise eleştirmenlerce topa tutulmasıydı. Pek beğenilmemişti film! Tunca Arslan‘ın yazısını “Bayi Toplantısı”yla ilgili tek beklentim ve en büyük dileğim, “Bayi Toplantısı-2”nin çekilmemesi” diyerek sonlandırması** ibretlikti! Doğrusu ticari komedilerimizin ciddiye alınması bile başarı hanesine yazılmalı. Zira ticari filmler hakkında yazmaya değer bulunmaz. Hani haksız sayılmaz değersiz görenler; söz konusu filmler sabun köpüğüdür neticede, vakit geçirmeliktir, sosyalleşme ihtiyacının bir karşılığı olmaktan öteye geçmezler ve bu yönleriyle onları izlemek bilardo oynamaktan, kumpir yemekten farksızdır! Belki bilardo insanın el becerilerini, koordinasyon yeteneğini falan geliştirir, kumpir karın doyurur, gişe filmleri onu da yapmaz. Ancak atlanan bir husus var. Komedi filmleri toplumsal malzeme bakımından zengindir. Bir komedi filmi geniş kadrolu olsun-olmasın kahramanının yahut kahramanlarının başından geçenleri işlemesi itibariyle toplumsal ilişkileri gözlemleme fırsatı sunmaktadır. Sanat filminin kahramanı mücadelesini gözlerden ırak verebilir; inzivaya çekilebilir, değerli bulduğu incir çekirdeğine sığınabilir yahut entelektüel dişlerin kovuğuna oynayabilir fakat komedi kahramanı her koşulda görünmek durumundadır; adeta çığlık atıyordur! Kaybolduğunda bulunmak için çabalar, bulunduğunda uyum sağlamaya uğraşır. Basit bir örnek vereyim. Nereye Bakıyor bu Adamlar (Osman F. Seden, 1976)’ı ele alalım. O adamlar (Zeki Alasya ile Metin Akpınar) bir yere bakıyor. Toplum o adamları yakalamış, yakalarına yapışmış, öyle kolay bırakır mı! O adamlar da toplumla kaynaşacaklar, uyumsuzluk sergileseler dahi aynı masa etrafında buluşacak, toplumdan çeşit çeşit insanla karşılaşacaklar; kullanılacak, kullanacaklar. Demem o ki “temassız” komedi bulmak hayli güçtür ve bu bakımdan ticari komediler tavşan bokuna benzese de “bakmayı bilen” gözü bir biçimde doyururlar. Öyleyse “nereye bakıyor bu komediler” diyerek son yılların eğilimini ele alalım.
Nereye bakıyor bu komediler?
Zengo’yu yazarken ticari güldürümüzün hangi dallara ayrılıp hangi budaklara dolandığını kabaca değerlendirmeye çalıştım. Kısa bir tekrardan zarar gelmez. Recep İvedik türü yalnız kahramanın rüştünü ispatlamak için nice hödüklük sergilediği filmler bir damarı oluşturuyor. Silahlı çetelerin karıştığı yahut bu çetelere yanlışlıkla karışıldığı Kolpaçino vb. soygun filmlerini diğer bir damar kabul edebiliriz. Yalnız ve hödük kahraman genellikle bir arkadaş grubunu yanına almaz, sürekli ezdiği biri vardır bazen ise arkadaşlarını kontrol altında tutarak başarısını pekiştirir. Onlar biat etmişlerdir kahramanımıza, hiç sorgulamazlar; sorguladıkları takdirde hoş görülmezler. Silahlı çete komedilerinde ise soygun gibi olaylar ön plandadır ve bu tarz filmler doğası gereği bir ekip üzerinden ilerler. İki yahut daha fazla arkadaş bir dizi maceranın ardından kendini kurtarmanın derdine düşer. İlk damarın aksine bu damarda kahraman sayısı artmış ve can pazarı gündeme girmiştir. Dolayısıyla slapstick komediye daha yakındır ve aksiyon sahnelerinde vücut dili sivrilmektedir. İkinci damar özgün değildir ve coğrafyanın, çağın durumunu aktarmaz, büyük ölçüde geleneksel komediden beslenir ve film dili tüm dünyada geçerlidir. İvedik tipi kahramanlar ise ezilenin, ötekinin enerjisini taşır ve suskun çoğunluğun kaba kuvvetini yansıtır. İvedik bir iktidara geliş çabasıdır, yalnız kahraman rüşdünü ispatlarken temsil ettiği çoğunluk da inancını gösterir. Anlatıdan dışlanmış, görünürlük hakkı gasp edilmiş, buna karşın her anlatılanı dinleyen, gösterileni gören lümpen kesim sazı eline almıştır bir kere! İki damarda da imkansız yoktur. İnandırıcılık olgusuna yaklaşım da benzerdir. Soygun komedilerinde türlü yaralanmalardan sağ kurtulur kahramanlarımız oysa “yalnız kahraman” damarı daha politiktir; mesela bir alay tır şoförü olimpiyatlara katılıp madalya kazanır. Ticari komedimizde üçüncü bir damardan söz açarak “Anadolu damarı” diyebiliriz. Ancak bu damarı çeşitlendirip Anadolu’nun bugün karşıladığı kimliği ayrıntılarıyla değerlendirmek gerekiyor.
Anadolu: Neşet Ertaş, Bozkır, hasır taburede tespih çeken küçük esnaf
“Neden Taşradan çıkamıyorum” başlıklı yazımda Anadolu’da geleneksel ekonomik faaliyetlerin tasfiyesi sonucu film dilinin de güdükleşmesinden bahsetmiştim. Anadolu’nun bu “çorak” toprağı üç filiz verdi. Bunlardan biri “Bozkır koçaklaması”… Nice film ve dizi üstü kapalı yahut açık İç Anadolu’yu afişlere taşıyor. Bozkır henüz tüketilmedi, uzun soluklu bir söylem Bozkır, hem popüler edebiyat dergilerinin Neşet Ertaş istismarından besleniyor hem de Batılı tarzda yaşamak isteyenlerin hayat bağlarını koparan, standartlarını düşüren acı bir seçim gerçeği olarak karşımızda duruyor, Konya’sı, Suvası ile… Bozkır istemezse yaprak düşmüyor, Bozkır istemezse Avrupa Birliği’ne girilmiyor. Bozkır’a da başka bir yazıda değinmek niyetindeyim. Diğer filizler ise yerel komediler ve esnaf komedisi… Öyle ki salt Anadolu’da değil İstanbul’da da birçok örneği çekildi, çekiliyor esnaf komedisinin. Bozkır ise daha ziyade polisiye türünün sahası… “Burada ne cinayet işlenir” değil ama “burada ne cinayet gizlenir”den hareketle, tekçi toplum yapısı, yabancı düşmanlığı, “kimin eli kimin cebinde” soruşturması ile Bozkır diyarları Bir Zamanlar Anadolu’da gibi filmlere, aynı adı taşıyan dizilere (Bozkır, BluTV, 2018) taşındı. Müge Anlı tipi bir Anadolu tuhaflığı gördük. Anadolu’nun sempatik yüzünü şiveli komedilerde gördük. Kastamonu şivesi (Manda Yuvası, 2014) de yapıldı, Sümela’nın Şifresi (2011), Bizum Hoca (2014), Oflu Hoca’nın Şifresi (2014) gibi Karadeniz filmleri de. Çokça Ege, Trakya ve Güney Doğu filmleri izledik. Dondurmam Gaymak (2006), Eyvah Eyvah (2009), Ay Lav Yu (2010), Hükümet Kadın (2012) vb. Anadolu şehirlerini kalkındırma hamlesinin bir sonucu olan yöresel film bombardımanın yanı sıra küçük esnafı tereddütsüz Anadolulukla örtüştürebiliyoruz. Karasından akına hemen her komedi filmine bir dükkan açmış küçük esnaf! Taylan Kardeşlerin yönettiği Vavien (2009)’de Engin Günaydın Tokat Erbaa’da yaşayan bir elektrikçiydi, abisiyle ortak döndürüyordu dükkanı; elinden zanaat geliyordu ancak sonuçta esnaftı… Aynı yıl pek huyu olmamasına rağmen şehirde batık bir esnafın öyküsünü işledi Yılmaz Erdoğan. Biz onu kırsaldan veya kelime şakası ağırlıklı teatral filmlerden biliyoruz: Vizontele (2000), Ekşi Elmalar (2016), Tatlım Tatlım (2017) vs. Neşeli Hayat (2009)’ta lokantayı batırıp son parasını da mutluluk zincirine kaptırmış gariban bir Bolu’luydu. Artık her işi yapıyor, maskot terlik kılığına giriyordu. Hüzünlüydü bu iki esnaf, biri karısını öldürecek kadar (!) kapana kısılmış hissediyor, sermaye ve özgürlük arıyordu, diğeri kayın biraderine hayır diyemeyecek kadar iyi niyetliydi ama özünde ikisi de yitip gitmişlerdi işte. Fakat bununla sınırlı kalmadı, Leyla ile Mecnun, Kardeş Payı gibi mahalle komedileri yeniden mahalle esnafını parlattı ve 2010’larda ardı ardına esnaf komedileri izledik. Çarşı Pazar bu kez Tokat Niksar’da (2015) çekildi, Küçük Esnaf (2016), Bayram Abi (2016) vb. filmlerde esnafın kahramanlığını izledik. Bu filmlerin ortak özelliklerine geleceğiz ama önce sinemamızda esnafın yeri ve önemine kısaca değinelim.
Esnafın seyri: 70’lerde etkisiz eleman, 90’larda kahraman
Esnafın güldürülerimize, dahası ticari sinemamıza belirgin bir biçimde dahil oluşunu büyük kentlerin nüfus artışıyla ilişkilendirebiliriz. 60’larda daha atıl esnaf takımı… Genellikle meyhaneci, bazı bazı bakkal, olmadı kahveci… Manavına da rastlıyoruz. 70’ler ve 80’lerde farklı bir esnaf ile karşılaşıyoruz. Kemal Sunal’ın idareci veya bozguncu olup acımasızca bertaraf ettiği kasaba esnafı… Kasabı at eti satar, manavı çürük çarık mal getirir, fırıncısı ununa kepek karıştırır, oduncusu daha fazla çeksin diye sergisini ıslatır. Bu esnafın başında bir ağa yahut patron vardır. Sunal filmlerinde esnaflar genellikle kötü çizilir. Bir kere çoğu dolandırıcıdır, borcunu tahsil etmenin peşindedir, esas oğlanın yavuklusuna taliptir ve her kötülüğü yapabilecek tıynettedirler, yeri gelir mahallelerini de satarlar. Başka bir yönden ise sevimli mahalle anlatılarında tonton esnafı görürüz, bunlar yardımseverdir, yoksulun bedava alışverişine göz yumar, bir dert varsa ilk o koşar. Hatta Sultan (Kartal Tibet, 1978) filminde Türkan Şoray‘ın peşinde “Tultan Tultan” diye gezen Bahtiyar (Şener Şen) hepimizin hafızasına kazınmıştır. Sakardır, korkaktır… Bu esnaf ya mahalle birliği içinde erimiştir ya da uyum sağlayamayınca devreden çıkarılmıştır. Hırsına yenilenin dersi verilir.
Tek kanallı televizyon yayınının sürdüğü 80’lerde mahalle esnafını Perihan Abla‘da görürüz. Ancak 90’larda, özel kanallarda da görürüz. Süper Baba‘da Fikret (Şevket Altuğ) uzun süre beyaz eşya bayisi işletir. Ekmek Teknesi‘nde Nusret Baba (Savaş Dinçel) fırıncıdır, Yedi Numara‘da Vahit Ballıoğlu (Engin Alkan) bakkaldır. Bu kahramanlar sevimli ve dürüsttürler. Televizyon esnafa farklı bir rol vermiştir: Kahramanlık! Anlatıyı onlar sürüklemektedir, onların maceraları güldürmekte, hüzünlendirmektedir. Bu üç baba da kendilerince otoriterdir. Yine daha güncel bir örneğine Geniş Aile‘de rastlarız. Aile babası Kuddusi Kirişçi (Rasim Öztekin) kuruyemişçidir. Fakat dikkat çeken şudur; bu diziler daima şehrin tarihi dokusunu, mahalle havasını kaybetmemiş semtlerinde geçmektedir. Süper Baba Çengelköy, Yedi Numara Kandilli, Ekmek Teknesi Kuzguncuk ve Geniş Aile Sarıyer Boyacıköy’de… Boğaz havası alan, müstakil ahşap evlerde ikamet eden esnaflarımız şehrin o cümbüşüyle, o karanlık yüzüyle savaş verirken avantajlı bir konumdadırlar. Fakat bu esnaflar şehri temsiliyetten uzaktır, başka bir dünyadan gelmişlerdir. Tabiri caizse mostralıktırlar! Fikret’e arkadaşları “Çengelköylü Romeo” der, onlara göre yaşadığı dönemin dışındadır Fikret. Fırıncı Nusret beş kızına babalık ederken eski bir İstanbul hayaletidir adeta… Vahit Ballıgil şiveli konuşur, Nusret kadar İstanbul bilmez ama o da temiz kalplidir. Rekabetçi şehrin küçük esnaf temsilini ise komedilerde görürüz ve daha çok bakkaldırlar.
Şuayipler, bizim Şuayiplerimiz!
90’lar güldürümüzün televizyon eksenli ve skeç kökenli olduğunu söyleyebiliriz. Yılmaz Erdoğan ve Yasemin Yalçın skeçlerden çıkış yakaladı. Yalçın’ın oyunculuk geçmişi de vardı ama İnce İnce Yasemince‘yi televizyonda parlattı ve bir kez ekranlara alışınca sinemada başarılı olamadı, hatta şansını dahi denemedi. Yılmaz Erdoğan ise dengeyi sağlayanlardan… Bir Demet Tiyatro’dan sonra hem film yazıp yönetti hem BKM’yi Mustafa Erdoğan ile birlikte büyük bir yapım şirketi haline getirdi. 90’ların şov anlayışı büyük ölçüde skeçlere dayanıyor. Levent Kırca‘nın Olacak O Kadar‘ı, Bir Başka Gece‘nin çingeneleri… Bu skeçlerden özellikle Şuayip’i hatırlatmak istiyorum. Yasemin Yalçın’ın çapkın ve arsız bakkalı… Yalçın’ın erkek kılığına girerek canlandırdığı Şuayip şarküteri işletiyordu, hafiften kazanmıştı, gudubet karısıyla yaşıyor, onu sürekli aldatıyordu. Karısı öyle gudubetti ki heceleye heceleye Şuaaayyip deyişi hâlâ kulaklarımdadır! İşte bu baskı altında özel sektörün nimetlerinden faydalanır küçük esnaf. Şuayip tipi esnaflığa uyarlarsak; vergi alan devlettir, hesap soran zabıtadır, denetleyen odadır ama Şuayipler iflah olmaz; oyunu kurallarına göre oynamaktadırlar yani hepten kuralsızdırlar! Şuayip çürüyen bir esnaf modelidir, tuzun bile koktuğu yerdedir, su gibidir ya pek aziz sayılmaz, döküldüğü kabın şeklini alır ama diğer yandan yağ gibidir, daima üste çıkar. Böylece 70’lerde gölgede kalan esnaf takımı televizyon marifetiyle kahraman kılınmıştır. Semtin yardımsever tonton esnafları aile babalığına yükselirken, Kemal Sunal’ın cezalandırdığı dalavereci esnaf tiplemesi Şuayip’lerin bedeninde dirilmiştir.
Esnaf filmlerine nasıl geldik?
90’ların skece dayalı güldürü anlayışı 2000’lerde de yenilenerek sürdü. Levent Kırca, Yasemin Yalçın ve Yılmaz Erdoğan oyundan çıkarken yerlerini Güldür Güldür ve Çok Güzel Hareketler Bunlar gibi sahne performansını yansıtan programlara bıraktılar. Erdoğan bu kez programın yönetmeniydi. Güldür Güldür’de ise Ali Sunal yönlendiriyordu sahnelenen şakaları. Biri zaten bildiği işi yapıyordu, diğeri babasının bıraktığı işe farklı bir noktadan soyunmuştu. Bu programlar yeni güldürümüze bir altyapı sundular. Çok basit bulunabilir, küçümsenebilir Güldür Güldür şakaları fakat gündemin nabzını tutar, toplumsaldır. Levent Kırca’nın karikatürize ederek yaptığını yapmaktadır, elbette abartılı karakterler yaratılmıştır ancak genel olarak halktan tüm kesimlerin bir panoraması gibidir. Beyaz yakalısından yandaş habercisine, gurbetçisinden musluk tamircisine dek gördüğümüz, duyduğumuz hemen herkes oradadır. Esnaf da oradadır şüphesiz. Çoğunlukla oyuncular tarafından yazılan bu skeçler güçlü bir gözlemin ürünüdürler ve öte yandan esnaf tiplemesini oynayacak oyuncuları pişirmişlerdir. Erdem Yener, Onur Buldu, İbrahim Büyükak, Ayhan Taş… Doğu Demirkol ve Cem Gelinoğlu gibi internetten gelenler de yer alır esnaf oynayanlar arasında. Toplumun bağrından kopup gelmişlerdir. Erdem Yener ve Doğu Demirkol alık görünürler, Onur Buldu göbeklidir, Ayhan Taş çirkindir, Cem Gelinoğlu ve İbrahim Büyükak’ta tam bahtsız tipi vardır. Uzun lafın kısası jön değildirler, olmayacaklardır da, sanki esnaf oynamak için yaratılmışlardır! 2010’ların ilk yarısından itibaren gündeme gelen esnaf komedileri bir kez daha televizyonun sinema üzerindeki kurucu etkisini kanıtlamaktadır. Televizyon kendi ideolojisinin de yardımıyla 70’lerin etkisiz elemanını, dolgu öğesini alıp liberal düzene entegre etmiştir. Ekonominin üretim yerine ticaret odaklı yürüdüğünü hesaba katarsak esnaflığın yükselişi bu kahramanlığı destekliyor. Pos bıyıklı Hulusi Kentmen‘lerin ağırlığı azalıyor ve Adnan Menderes‘in “her mahalleye bir milyoner” şiarı toptancıların sırtına biniyor. Metin Erksan Demokrat Parti dönemini özetleyerek ne güzel söylemiş Gecelerin Ötesi (1960) filmine girerken, “… Her mahallede bir milyonerin türediği devirde, aynı mahallelerde bu gençler de türedi“. Esnaf komedilerinin beslendiği sosyal ortamda ise kartların yeniden dağıtıldığını görüyoruz. Her mahalleden birkaç kobi çıkıyor, birkaç müteahhit peyda oluyor, başta milyoner olamasalar dahi yavaş yavaş tırmanıyorlar. Tesadüfen bulduğum bir haberde “Her mahalleden iki milyoner çıktı” başlığı ilgi çekici. Haber Star gazetesinin sitesinden ve 2015 yılına ait.*** Sağ olsunlar! Milyoner sayısını mahalle sayısına bölüp böyle bir veriye ulaşmışlar! At izi it izine karışmış, küçük balık büyük balığın midesine karışmış bu tabloda. Hem kapitalizm de bunu emretmiyor mu? “Birbirinizi yiyerek var olacaksınız” demiyor mu? Bu esnaf komedileri de birbirini yeme pratiğini yansıtıyor. Erdal Bakkal (Leyla ile Mecnun) sevimsiz tüm özellikleri taşıyordu. Çıkarcıydı, cimriydi, hilebazdı, çocuk işçi çalıştırıyordu ama bir biçimde seviliyordu; mahalle onu olduğu gibi kabullenmişti. İşte bu tavır esasında mahallenin, kobilerini kabullenişini de dışa vurmaktadır. Erksan milyonerlerin antitezini işaret ederken Onur Ünlü’nün Erdal Bakkalı bir sineye çekişin sembolüdür. Tonton bakkalların samimiyeti Erdal Bakkalların samimiyetsizliğinde tarihe karışmıştır. Esnaf komedilerimizde bu gerilimi görüyoruz. Kahramanlarımız tonton olamıyor ama Erdal olmak da zor! Eh onlar Şuayip’likte karar kılıyorlar! Karikatürde ve yozlaşmada…
Bayi Toplantısı neden tatmin etmedi?
“Bıktırmış karakterler üzerine kurulduğu için tatmin etmedi” diyebiliriz fakat bu yorum yetersiz kalacaktır. “Dini bütün, cinselliğini bastırmış genç” karakteri çok fazla sömürüldü, “hem kel hem fodul karakter”i de öyle… Zirvesini Ne Olacak Şimdi (Atıf Yılmaz, 1979) filminde görmüştük kel ve fodulun. Şener Şen sekreteriyle basılınca istifini bozmayıp “yaz kızım iki yüz torba çimento” diyordu. Ondan daha arsızı gelmez! Bu karakterler alabildiğine sündü. Ama iş yapıyorlar. Bayi Toplantısı da iş yaptı, eleştirmenlerce beğenilmeyişinin sebebi temel bir çatışmadan yoksun olması. Daha açık ifade edersek Anadolu intikamı’nı tam anlamıyla yansıtmıyor Bayi Toplantısı, kutuplaşmayı köpürtemiyor. Tüm şartlar müsait halbuki… Karakterleri topladığımızda bir Şuayip’e varıyoruz mesela. Sadık (Onur Buldu)’ın arsızlığı, Namık (İbrahim Büyükak)’ın içgüveysiliği ve Adem (Doğu Demirkol)’in cinsel açlığı akıllara Şuayip’i getiriyor. Şuayip adeta günümüz çürümesinin mozaiği ancak Şuayip’i aktüel gelişmelerden soyutladığımızda silinip gidiyor. Bir beyaz eşya firmasının Erzurum, Antep ve Konya bayileri olan bu üç kafadar kendilerini var etmek zorunda… Film henüz açılışında kültürel bir hesaplaşma yaşanacağı hissi uyandırıyor. Bayiler tanıtılıyor. Biri zampara, biri namuslu ve pasif, bir diğeri mazbut aile çocuğu… Gelip bayi toplantısını karıştıracaklar diye beklentiye kapılıyoruz oysa saçma sapan bir soygun planına dahil olup temsil ettikleri Yeni Anadoluluğun ekmeğini yiyemiyorlar. Belki şu itiraz gelebilir; “o ekmek artık tat vermiyor” denebilir. Evet, o ekmek gel zaman git zaman çiğnendi ağızlarda ve bir yaraya basılmayacaksa pek anlamı kalmadı fakat bir bayi toplantısı Anadolu kalkışması’nın gövde gösterisine dönüşebilirdi. Fırsat kaçırılmış diyelim. Üstelik Bayi Toplantısı’nda üstün körü bir dönüşüm betimlenerek yaramaz esnaftan aile babasına geçirilmiş karakterler. Öykü gelişiminde bir kopukluk mevcut… Bayi toplantısına kendi alemlerinden geliyor bu bayiler, bir soygunun içine düşüyorlar (filmin soygun bölümü de berbat) ve ailelerine sarılarak çıkıyorlar hikayeden. Güzel ama ailesiyle sorun yaşayan tek bayi Antep’li Sadık idi. Ailesi henüz bekâr olan Adem’e hayırlı bir kısmet bulmuştu, Tabi Adem gönülsüzdü! Namık’ın çocuğu olmuyordu, içgüveysiydi fakat kimsesiz büyüdüğünden eşinin ailesini sahipleniyordu. Açıkça görülüyor ki bu sorunların çözümü “ailenin kutsallığı” söylemine bağlı değil! Zaten söylem tercihinde bariz bir hata fark ediyoruz. Taksitle ev eşyası satan mağazalardan müthiş espriler çıkabilirdi, değerlendirilmemiş. Şirketin patronu toplantıda bir sergi açıp aile yadigarlarını sergiliyor, “ne kadar köklü bir aile olduğumuzu göstermek için bu sergiyi açtık” diyor. Bu tür mağazaların geçmişi/sermaye birikimi çok çok 80’lere uzanıyor. Öyleyse bu sergi bir çeşit aşağılık duygusunun teşhirine de yarıyor. Sonradan görmüş (iki kuşak zengin) bir aile var filmimizde, büyük burjuvalara özenerek kişisel eşya sergisi düzenliyorlar. Bayilerin bu eğreti aileyle ilişkisi salak oğul üzerinden değil de sınıfsal bir temelde verilse nitelikli espriler duyacağız. Ne ki Tunca Arslan da filmin boşluğuna değinmiş eleştirisinde. Biz de yazıyı bağlarken Bayi Toplantısı’nın toplumu hakkınca gözetleyememiş bir film olduğunu, aceleye geldiğini belirtebiliriz.
* https://boxofficeturkiye.com/film/bayi-toplantisi–2014297
**https://www.aydinlik.com.tr/haber/hic-guldurmeyen-komedi-%E2%80%9Cbayi-toplantisi%E2%80%9D-201739
** https://www.star.com.tr/pazar/menderesin-hayali-gercek-oldu-haber-1031140/
Haydar Ali Albayrak