Bu yazıyı 8 TL olan dolara ithaf ediyorum.
Gazeteci Ozan bir sabah uyandığında kendini devcileyin bir yozlaşma olarak buldu! Çökmüş gözaltları, sağda solda şırıngalar, mosmor kollar, zamanla tanışacağı nice kırık kadın kalbi… Fakat içlerinden birinin kalbini başka türlü kırmıştı Ozan, ölerek! Diğerlerini ise yaşayarak!
***
Blu TV’nin son yerli dizisi Yarım Kalan Aşklar (Umut Turagay) böyle çetrefil başlıyor. Hani kendimce süsleyeyim dedim! “Bomba” bir haberin peşine düşen Ozan (Tolga Sarıtaş) hemen akşamında kazaya kurban gidiyor, üstelik sevgilisi Elif (Dilan Çiçek Deniz)’in gözleri önünde. Ertesi sabah uyandığında ruhunu başka bir bedende buluyor. Cinayet şube komiseri Kadir Bilmez (Burak Deniz), tüm pisliklerin vücut bulmuş hali! Yanında beliren tuhaf adam Yarım Kalan Aşklar dairesinden geldiğini, Ozan’a son bir şans verildiğini, hayatına kaldığı yerden ancak bu şartlar dahilinde devam edebileceğini söylüyor. Kuşkusuz içine düştüğü durumu kimseye açıklamadan… Ozan yani Kadir hem sevgilisi Elif’in gönlünü kazanacak hem insanların seri bir biçimde ansızın kör olduğu Altıntepe’nin gizemini aydınlatacak hem katilinin peşine düşecek. Zaten katilinin peşine düşünce olaylar çığırından çıkıyor. Mobese kayıtlarını inceleyen Kadir komiser Ozan’a kasten çarpan sürücünün kendisi olduğunu fark ediyor. Kısacası katilinin bedenine hapsolmuş Ozan ve Kadir’in karıştığı türlü belaların tam ortasına düşmüş! Kadir sıfatında kaçacak ama Ozan fıtratında yaşayacak! Nereden baksan tutarsızlık, nereden baksan ahmakça!
Yerli polisiyelerin ufku ve aktivist söylem
Yarım kalan Aşklar’ın finali yaklaşıyor, düğümler çözülmek üzere… Aslında ortada pek bir düğüm kaldığı söylenemez. Nasıl sürprizler bekliyor bizi, bilmiyoruz fakat Ozan’ın Kadir Bilmez bedeninde yaptığı yolculuk bu kez onu öldüren birinin bedenine taşınabilir. Bakarsınız Ayı İsmet (Ezel Akay)’in bedeninde geri gelir Ozan! Böylece tek sezonluk dizileriyle bilinen BluTv ikinci sezona kapı aralamış olur. Merakla bekliyoruz ya, şu ana dek izlediğimiz kısmı değerlendirebiliriz. Dizi nereden besleniyor? Evvela kaynağa eğilelim. Yakın dönem televizyon tarihimizde iki kırılma yaşandı. İki dizi de aşağı yukarı aynı tarihlerde yayınlandı. Leyla ile Mecnun (2011-14) ve Behzat Ç. (2010-13)’den söz ediyorum… İlki yeni bir mizah dili yarattı, mizahı hem absürt yorumladı hem mahallelere taşıdı. İkincisi de polisiye çizgisini belirledi. Bugün online platformlarda yayımlanan yerli diziler önemli ölçüde bu iki anlatı çizgisinden hareketleniyor diyebiliriz. Hatta daha ileri gidip “modern çizgi” yorumu yapalım. Yanı sıra evrensel bir söylem daha var: Aktivizm. Esasen modası geçmiş bir söylem… Nerede o eski Greenpeace’ler, öyle değil mi! Artık yalnızca yeşil yelek kuşanıp bağış topluyorlar! Netflix ise boş durmuyor ve aktivizmi, çevre kirliliğini konu alan yapımlar aracılığıyla pazarlıyor, bit pazarına nur yağdırıyor. Misal bir Ragnarok var, İskandinav mitolojisini odak alırken günümüzle bağı çevrecilik üzerinden kuruyor. Yine Dark dizisi de bir nükleer santral kazasını başlangıç noktası belirlemişti. Muhtemelen daha birçok yapım vardır. Özellikle her polisiyeye ucundan kıyısından bir çevre sorunu ekliyorlar. Suya sabuna dokunmamanın acıklı formülü bu: Suya sabuna daha çok dokunmak! İşte Yarım Kalan Aşklar da Behzat Ç. çizgisi ile aktivist söylemi kendi meşrebince buluşturarak “ortaya karışık” bir anlatı çıkarmış. Fakat dizinin tek meziyeti popüler olanın izini sürmek değil, mizahı da öne çıkarıyor Yarım Kalan Aşklar. İdealist gazeteci, yozlaşmış polis düzlemi
Behzat Ç’nin açtığı sayfa yozlaşmış polisi gündeme taşıdı ki Amerikan anlatısında bu tipe sık rastlanıyor. Bizde ise polis her zaman kahraman! Polise anti kahramanlık verilmesi matbaanın Osmanlı’ya getirilişinden bile daha meşakkatli oldu, eh haliyle Behzat Ç. yere göğe sığdırılamadı. Oysa polis de insan; hata yapar, bazen hatanın bizzat kendisi olur… Yarım Kalan Aşklar’da karşılaştığımız polis de “yar ben belanın ta kendisiyim” diyen cinsten. Her gece karakolluk oluyor, Behzat amirimize rahmet okutuyor! Behzat amir küfürbazdı, kabadayıydı, alkolikti falan ama insani değerlerden sıyrılmamıştı; vicdanlıydı, yardımseverdi. Kadir komiser ise su katılmamış bir kopuk; uyuşturucu kullanıyor, yaka bağır açık geziyor, uçan kuşa borç takmış, boşandığı eşine nafaka ödemiyor, nişanlı iş arkadaşlarıyla birlikte oluyor. Lafı gevelemek yersiz, Kadir Komiser yozlaşmanın cisimleşmiş hali! Onu yadırgamıyoruz ancak şu idealist gazeteci ne oluyor? Şahsiyet (Onur Saylak, 2018, Puhutv) dizisinde de vardı böyle bir tip. Genç, yakışıklı ve idealist Ateş Arbay karakterini Metin Akdülger canlandırıyordu. Oysa gerçekler biraz daha farklı… Bu ülkede gazeteciler mesleklerini icra ettikleri için tutuklanıyor, işten atılıyor. Zamanında Metin Göktepe polis işkencesinde katledilmişti. Gerçek bu kadar inciticiyken orta-üst sınıf yaşam süren idealist gençler en hafif deyişle çiğ duruyor. Dizide Ozan öldürülüyor, gerçeklerin peşinden gittiği için. Şüphesiz bu ülkede gerçeklerin peşinden gideni hoş karşılamazlar fakat bugün gazetelerde, televizyonlarda “yönetmenim ben gerçeklerin peşinden gidiyorum, bir ihtiyaç var mıdır, dönerken alayım” diye soran düşünceli haberci kaldı mı yahu! Kaldıysa bile bu beylik cümlelerle mi var oluyorlar? Yozlaşmış polis gibi idealist gazeteci de özünde bir Amerikan tipidir. Polisi belki her coğrafyaya yedirirsin ama iş gazeteciye gelince tavsıyor. Bu ülkenin kendine has bir siyasi iklimi var, gazetecini “çünkü ben haberciyim, rö rö rö…” şeklinde konuşturduğunda realiteyi karşına alıyorsun. Kadir Bilmez ne kadar gerçek bir polisse gazeteci Ozan bir o kadar fantastik… Ki Ozan’ın babadan idealist gazeteci olduğunu öğreniyoruz ilk bölümde. Çemberlitaş’ta, basın müzesini geziyor sevgilisi Elif ile. Sonra müzenin tuvaletinde sevişiyorlar. Vallahi mesleğe saygısızlık! Yani ne bileyim sevişmek işteş bir eylem ve sosyal bir hayvan olan, üremeye doğrulmuş insanın doğasında var ama şu da var: Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu sırf Kocaeli Dilovası’ndaki sanayi kirliliğini araştırdığı için hapse atıldı. Kısacası Ozan ciddi bir işin peşinde, kovana çomak sokmuş ve üzülerek bildiriyoruz ki sevişmeye pek vakti yok! Evet, doğru bildiniz, idealistin hası sevişmez!
Görüntü var, ses de var… Aman ne bileyim işte!
Dizinin güçlü tarafı baş karakterine tarifsiz bir özgürlük sunması… Gazeteci Ozan’ın komiser Kadir’e geçişi can alıcı bir unsur; dahası Kadir’in önceki hayatına dair herhangi bir kesitin aktarılmayışı seyirciye iki karakteri de aynı bedende tanıma fırsatı sağlamış. Zira Ozan’ı da tanımıyor seyirci ve (eski) sevgilisi Elif’in “Ozan’ı ne kadar tanıyorsun” diye ha bire Kadir’i sıkıştırması dikkat çekiyor. Kadir kendini Ozan’ın liseden arkadaşı olarak tanıtıyor. Böylece sokulabiliyor Elif’e ama Elif’te başka bir şey var, onu Kadir’e çeken… Dizinin mistik yönü burada devreye giriyor. Bir çekim var aralarında… Zaten böyle bir uğursuzu, sevgilisinin bıraktığı yerden devam eden bir gazeteciye başka ne yakınlaştırabilir? İkili kör olma vakalarının yaşandığı sanayi semti Altıntepe’ye yoğunlaşıyor. Burada tehdit ediliyorlar. Belediye başkanı yollarını kesiyor, bölge halkı geçim kaynakları fabrikanın hedef alınmasından duyduğu rahatsızlığı taş ve sopalarla ifade ediyor! Bu olay örgüsü son derece şematik… Kahramanlarımızın kahramanlığı onlara kimsenin inanmamasına bağlı, gerçeğin peşinden pek az kişi gidecek ki değerli olsunlar, ama bir yandan insanları inandırmak için çırpınıyorlar! Güneşe uçan İkarus gibiler! İdealist bakışları da açtıkları savaşta perçinleniyor. Sadece mesleklerini yeminlere sadık kalarak icra etmiyor, bir yerleri, bir şeyleri kurtarmaya falan kalkışıyorlar. İşte bu yola “belirsiz” bir çiftin çıkması öyküyü sağlama alıyor. Kadir’in bir anda “polislik yapmaya” başlaması, Elif’in Kadir’e yakınlaşması çifti belirsiz ve şaşırtıcı kılıyor. Belirsizi aydınlatma işini “belirsiz” bir çift üstleniyor. Bu çelişik durumun diziyi mizahi yönden desteklediğini söyleyip ekleyebiliriz: Açıklanamayan olayların (bir anda kör olan bir semt halkı) çözümü için “açıklanamayan” bir çiftin tayini zamanla bir çeşit uyumsuzluk gösterisine dönüşüyor. Ozan başkasının bedeninden bakıyor aynaya, bir başkasının sesinden konuşuyor ama Ozan değil işte! Ozan’ın Kadir’e alışması kolay olmuyor. Ani patlamalarla hiç tanımadığı babalara (Ayı İsmet’e) küfürler savururken başındaki belaları katmerleyip duruyor. Ozan’ı öldürerek kazandığı parayı nereye koyduğunu hatırlayamayınca Ayı İsmet’in payını ödeyemiyor ve olaylar iyice şenleniyor.
Oyunculuklar: Ayı İsmet ve Saadet hemşire parlıyor, Dilan Çiçek Deniz hep aynı
Oyunculuklara geçmeden Blu TV dizilerinin Netflix yerli dizilerine kıyasla neden daha fazla beğenildiğini irdelemek istiyorum. Açıkçası BluTv dizileri çok çok iyi değil, rakibi haddinden fazla zayıf! Kime sorsanız Netflix yerli dizilerini “felaket” biçiminde anacaktır. Bunu senaryoya ve büyük ölçüde diyaloglara bağlamak mümkün. Daha önce değinmiştim; Netflix dizilerinde diyaloglar dublaj Türkçesiyle yazılmış sanki. Hakan Muhafız‘dan bir örnek verelim. Son sezon (4. sezon) 3. bölümden… Aylin elinde silahla hasmı Sami‘yi kovalamaktadır, merdivenlerden aşağı hızla inerken şöyle seslenir: “Buraya gel! Sami! Kaçma! Sami!” Yahu elde silah koşan biri neden bu tarz uyarılarda bulunur? Adam seni görmüş mü? Görmüş. Buna rağmen kaçıyor mu? Kaçıyor. Eh, o halde ne yapacaksın? Adamı etkisiz hale getireceksin… Kovalamacanın sonu ya sen ya o… Ortası yok. Öyleyse aptala izah edercesine “Sami kaçma” demek nedir! Kovaladığın hasmı uyarmak Amerikan filmlerinin olmazsa olmazı… Amenna! Amerikalılar geveze olabilir, seni kovalarken iki sohbet etmek de isteyebilirler ama sen senaryoda kılı kırk yaracaksın kardeşim! Burası Amerika değil! Küçük Amerika da değil! Burada işler öyle yürümüyor. Mesela polis şüpheliyi gözaltına aldığında haklarını söylemiyor. Tekrar Yarım Kalan Aşklar’a dönersek iki karakteri ziyadesiyle beğendiğimi ifade edeyim: Çete lideri Ayı İsmet ile Kadir komiserin eski eşi Saadet. Rollerine tam anlamıyla oturmuşlar. İsmet rolünde sinemacı Ezel Akay‘ı izliyoruz. Kendisi yaşayan sinemacılarımız arasında her parmak hesabına girer! İki elin parmağı kadar sinemacı saysak kendisini katiyen es geçemeyiz. Ezop‘umuz o bizim! Masalsı bir atmosfer kuruyor, dönem yahut cemiyet filmleri çekiyor. Yarım Kalan Aşklar dizisinde karakterin ruhuna bürünüp usta işi bir kötü adam portresi çizmiş. Akay İsmet’in bir benzerini Şellale (Semir Aslanyürek, 2001) filminde elinde satır gezerek sergilemişti, görkemli bıyığıyla elbette…
Saadet’e ise küfür çok yakışıyor! Esra Ruşan dizide bitirim bir tip oynuyor. Yakası açılmadık argosuna ve hitabetine hayran kalmamak güç! Yozlaşmış Kadir ile bir elmanın iki yarısı olmuşlar! Eski kocasını sevgisizlikle eleştirse dahi Saadet’in de kızları Ada‘ya hakkıyla ebeveyn olduğunu söyleyemeyiz. Doğrusu vurdumduymazlıkta Kadir ile güreşirler! Ruşan’a şunu not düşelim. Kıyıda köşede bir rolün nasıl gözler önüne taşınacağının dersini veriyor Ruşan ve yardımcı oyuncu tanımlaması yapıyor bir bakıma. Yardımcı oyuncu kimdir? Ana oyunculardan rol çalmaz fakat görevini de aksatmaz; kendini sevdirir, rengini çalar anlatıya… Dizinin başrollerini paylaşan Burak Deniz ile Dilan Çiçek Deniz‘in ise iyi bir ikili oldukları söylenemez. Burak Deniz rolü kotarıyor; şaşkınlığı, ani parlamaları, suça yatkınlığı dozunda veriyor fakat Dilan Deniz Çukur dizisindeki atıllığını kariyerinin taşınmazı haline getirmiş gibi. Sadece hüzünlü bakıyor; işve yok, hırs yok, heyecan yok… Acilen güzel yüzünü karşısına alması gerekiyor! Aksi takdirde çıtayı yükseltemeyecek. Oyunculuğa bir erken zirve (Yusuf ile Kenan, Ömer Kavur, 1979) ile çocuk yaşta başlayan Cem Davran da Ruhsar‘dan itibaren her an tetikte muzip adam jest ve mimikleriyle oynayageldi… Yine üzerine düşeni yapıyor. Son olarak Nazlı Bulum‘a bir parantez açabiliriz. Bulum belli ki Bartu Ben‘in etkisinden çıkamamış. O da Dilan Çiçek Deniz gibi boş bakanlardan… Deniz’in aksine Bulum tekinsiz ve şuh bakıyor, patlamaya hazır duruyor ancak bir türlü patlayamıyor. Oyunculuğunu geliştirebilmesi için pastel tonları aşacağı bir başrole ihtiyaç duyduğunu söyleyebiliriz.
Sanat yönetimi: Duman karası ile cansız manken pembesi arasında Bitirirken birkaç satır da sanat yönetimine ayıralım. Dizinin introsunda uzuvlarına ayrılmış cansız mankenler görüyoruz. Bu da merkez üssümüzün İsmet’in mekânı olduğunu gösteriyor. Bu bir tercih aslında… Yarım Kalan Aşklar fanteziyi ve mizahı harmanlıyor. Cansız mankenler de bu harmanın ikonu… Mankenlere hayvan postları da eşlik ediyor. İlginç bir kompozisyon… Hiçbir zaman cana gelmeyecek olan nesnelerle bir zamanlar yaşamı tadan nesneler yan yana dizilmiş. Bu ikisi İsmet karakterini derinleştirmeye yarıyor. İsmet bir sahnede söylediği gibi sıradan bir kötü adamsa bu cansız mankenleri ne yapacak? O bir psikopat… Bir maşa olabilir fakat şiddet aşığı bir maşa… Yarım Kalan Aşklar körlüğü de öne çıkarabilirdi. Altıntepe halkını da… Veya bacasından kara dumanlar yükselen bir fabrikayı da… Çıkarmamış çünkü dizi karanlıktan ziyade cansız manken pembesi’ne yakın duruyor. İsmet’in renkli gömlekleri de son dönemde popüler televizyon işlerinde artan renkli psikopat giyimiyle (Çukur dizisinde Timsah) örtüşüyor. Dizide en başarılı kostümün komiser Kadir’e dikildiğini belirtelim. Gerek altın kolyesi gerek paspal ceketi, olur olmaz çalan telefonunun o sinir bozucu melodisiyle birbirini tamamlıyor. Her an çalabilir o telefon… Eski eşi olabilir telefonun diğer ucundaki, “Kadir Allah belanı versin Kadir” diyebilir veya “içimizden biri” Kadir’e verdiği borcu hatırlatabilir! Bu arada Kadir, bana da borcun vardı, haberin olsun!
Haydar Ali Albayrak
Teşekkürler yazı varmış meğer yeni gördüm ilk bölümde ki şapkalı adam ve gizemli örgüt artık neyse bir daha değinilmedi diğer bölümler de iyi başladı dizi ama devamı hayal kırıklığı oldu.
BeğenLiked by 1 kişi