Sabina Toziya’ya geçmiş olsun dileğiyle*
Edho nedir? Bilmeyenler için açıklayarak başlayayım. Edho, Eşkiya Dünyaya Hükümdar Olmaz dizisinin kısaltması… Dizinin sevenleri aynı zamanda “Eşkiya” adını da kullanıyor ancak Edho deyişi haber dilinde biraz daha usturuplu ve anlaşılır bir yer buluyor kendine. Başlığın ardından yazının içeriğine de değinmek istiyorum. Bu yazıyı daha önceki film/dizi incelemelerimde olduğu gibi karakterin toplumsal yönlerine eğilmenin ötesinde yine o yazılarda kabaca yer vermeye çalıştığım oyunculuklara da ayırmak istiyorum. Tabi burada da baş rolü “Abuzer Kömürcü” namıyla bilinen Afgan asıllı oyuncumuz Muhammet Cangören oynayacak diyebilirim.
Deli Yürek’ten Vadi’ye, Vadi’den Edho’ya alternatif bir okumayla “devletin ve hükümetin bireysel silahlar üzerindeki hâkimiyeti”
Cangören’e geçmeden Edho’yu kısaca özetlemekte fayda görüyorum. Ülkemizin en popüler dizilerinden biri fakat her kesimin ilgisini çektiği, hele AB seyirci grubuna hitap ettiği söylenemez. Edho hükümete yakınlığıyla bilinen bir kanalda (Atv) yayınlanıyor ve hükümete yakın duran genç bir seyirci kitlesine sesleniyor. Hoş, milliyetçi ve muhafazakâr uçları (örgütlü ve ilişki halinde olunan kısmı kastediyorum) çıkardığımızda genç kesimlerin de hükümetle pek bir gönül bağı kurmadığını saptayabiliyoruz. Zaten Edho da bu eksiği/kaymayı diziye farklı notalar serpiştirerek kapatmaya/engellemeye çalışmış. Bu notalar arasında, esasında hiç farklı olmayan ama maalesef biraz da yapımcıların hemşehriciliği vesilesiyle televizyon tarihimizde her dönem “renk” biçiminde kabul edilegelmiş “silah seven ve şiddete tapan Doğu Karadenizlilik” alt kültürünün yanı sıra çoğu Ahmet Aslan tarafından seslendirilen türküler ve Kalan müziğin üstlendiği müzikler bulunuyor. Bir anlamda kültürel bir Kuzeydoğu-Doğu hattı çizilmiş dizide. Fakat neyse ki bir de Kürt mafya falan eklenmemiş! Buna da şükür deyip geçelim. Edho’nun sezonlardır sürmesinde aslan payını seyirciye basit olanı vermesine bağlayabiliriz. Söz gelimi Çukur bu dizinin yanında avangart filan kalıyor! Durum bu derece vahim! Ancak şüphesiz Edho gökten zembille inmedi. Bu ülkede tüketicisi (yahut meraklısı diyelim) hep vardı. Bu tüketiciyi daha iyi anlamak adına mafya dizilerinden söz ederken daima 2003’teki kırılmanın altını çiziyorum. Bir tarafta o dönem Atv’de yayınlanan Pelin Batu‘lu, Emre Kınay‘lı, Ahmet Mümtaz Taylan‘lı ve Gazanfer Özcan‘lı, istese dahi hamasi bir çizgiye kayamayacak oyuncu kadrosuyla yüzünü Batıya ve Batılı mafya anlatılarına dönmüş Baba dizisi (Taylan Biraderler’in yönettiği dizi ağır abiler dünyasını tiye alan bir komedidir) diğer tarafta Show TV’de yayınlanan, Deli Yürek‘in bir tık üstü estetik ve bir parça da derinlikli versiyonu biçiminde anabileceğimiz, derin devlet söyleminden beslenerek kısa sürede kült payesine erişen Kurtlar Vadisi… Diğer bir deyişle Çakır ile Polat’ın işbirliği… Yani devlet-mafya ittifakı…

Nedir ki Kurtlar Vadisi’ne ilk sezonlarına hayranlık duyanlar (Bu bir kuşaktır aynı zamanda ve o kuşak büyümüş bugün ülkenin yönetici pozisyonlarına yerleşmiştir) neredeyse asırlar süren devamını pek beğenmez. Dizinin kendisini var eden seyirci tarafından reddedilişindeyse Süleyman Çakır (delifişek bir rolde izlediğimiz Oktay Kaynarca)’ın sevenlerine temsili mezar taşları yaptıracak denli sarsıcı ölümü kadar oyunculuktan nasiplenmemiş Necati Şaşmaz‘ın öyküyü iktidar propagandasına dönüştürmesinin payı da yadsınamaz. Devamında Kurtlar Vadisi ikinci kez kırılarak Deli Yürek’ten beter bir zemine geriledi, öyküsü battı, görselliği çöktü. Daha açık ve toparlayıcı ifade edersek seyirciyi kavrayabilecek enstrümanları tümüyle yitirdi ve gerek içeriği gerek biçimiyle plastik bir evrene daraldı. İmdadına AKP’nin hamiliğini üstlendiği kindar-dindar gençlik yetişti de dizi uzun süre kahvehanelerde siyah takım elbiselerle falan izlendi. Ne zaman fantezi gelip gerçeğin gölgesine sokuldu ve iktidar diziyi yönlendiremeyecek kadar diziyle hemhal oldu, o zaman kurmacanın büyüsü kaçtı, Kurtlar Vadisi sönümlendi. Süleyman Soylu‘nun bakanlığı ve yükselen karizması Polat Alemdar’ı bir daha rol kesemeyecek bir gerçekliğe taşırken (silerken) Vadi de yerini yavaş yavaş bir diğer Pana Film yapımına, Eşkiya(Edho)’ya bıraktı.
Dizilerimizde aile-mafya-mahalle üçgeni: Çetecilik, devlet için yenen, sıkılan ve üretilen kurşunlar…
Görüyorsunuz ya uzatmayacağım dediğimde bile illa birkaç arşın uzatıyorum yazıyı! Hem sözümü de tutmuyorum. Oyunculuklara bakacağım dedim, yine kırılmalar, derin devletler, hükümet propagandaları gırla gitti. Samimi bir özür ve devam! Devam fakat huylu huyundan vazgeçmiyor ya mevzu bahis dizinin biraz da Çukur ile ayrımlarına değinmekte fayda görüyorum. Edho kaba hatlarıyla mafyacılık faaliyetlerini ve derin devlet işleyişini ele alıyor. Silah kaçakçılığı, Karadenizlilik gibi unsurlardan besleniyor. Mahallecilik jargonuna ise hiç sapmadığını gözlemliyoruz. Kaynaklarından Deliyürek az buçuk mahalleciliği işliyordu. Yusuf Miroğlu (Kenan İmirzalıoğlu) ailesini ve mahallesini koruyordu. Kuşçu karakteri ise bir çatıda alevler yükselen bir varilin etrafında “delikanlılık 101” dersi veriyordu. Mahalleden taşan testosterona yıllar sonra üçüncü boğaz köprüsü manzaralı bir köy delikanlısı romantizminde (Cesur Yürek, Show TV, 2016) rastlamıştık. Başroldeki Onur Tuna zamanla yönünü değiştirdi ve Yasak Elma, Mucize Doktor gibi anlatısı daha canlı dizilerde boy göstermeye başladı fakat genel anlamda mahallecilik söylemi Kurtlar Vadisi’nin 2005’ten itibaren hükümet sözcülüğüne soyunmasıyla boşta düştü diyebiliriz. Bu damardan yıllar sonra İçeride (Show TV, 2016) dizisiyle girildi. Zeminde etüd yapıldı, potansiyel görüldü. Bu noktada belki dokuları bakımından uyuşmaz görülecek ama Şubat ve Vuslat gibi TRT dizileri de “mahalle savunması”na örnek verilebilir. Özellikle Şubat bir tür Pal Sokağı anlatısı değil midir? Neyse… İçeride mahalleciliği ve çeteciliği sentezleyip işin içine polisiye de katarken bir üst aşaması olarak değerlendirilebileceğimiz Çukur temel çatışmasının tüm saçmalığına rağmen (İstanbul’da yoksul bir kenar mahallenin zaptı için bütün zenginlerin sıraya girmesi gibi) son yılların en çok konuşulan dizilerinden oldu. O da kuşkusuz Edho gibi müziği anlatısının merkezine yerleştirdi. Edho kadar ağır konuşmalı sahnelere boğulmayıp sıklıkla rap parçalar ve hareketli coverlar ile dinamik bir kitleye seslenmeyi tercih etse dahi Çukur için de eni sonu televizyonculuğumuzun defektlerini taşıdığını söyleyebiliriz. Doğrusu Çukur Edho’dan keskin bir biçimde ayrılıyor. Çukur’un testosteronu tamamen görselliğe dayalı, Edho ise görsel bakımdan Kurtlar Vadisi’nin ölgünlüğünü ve libido avcısı iticiliğini taşıyor. Eh, hal böyle olunca genç erkek oyuncuların hatta her yaştan erkek oyuncunun ilk tercihi Çukur oluyor. Çukur, Muhteşem Yüzyıl‘ın yarattığı cast mucizesini yinelerken iyisi kötüsüyle dönemin birçok erkek oyuncusuna kadrosunda yer açtı. Edho’da ise oyuncu değişimleri daha ziyade ölen kötü adamların yerine gerçekleşiyor ve oyuncularının yaş ortalaması bakımından hayli yaşlı bir dizi Edho… Edho orta yaş erkek oyuncuları tercih ederken Çukur’da gelecek vaat eden nice (erkek) oyuncu izledik. Öte yandan Öner Erkan, Aras Bulut İynemli, Necip Memili gibi bir önceki kuşağın başarıya kavuşmuş isimlerini de televizyonun artık kimliği haline gelen şiddet anlatısında görme şansımız oldu. Ancak şuna değinmeden geçemeyeceğim. Çukur her şeyden evvel oyunculuk katili bir dizi! Örneğin Öner Erkan’ı Dünyada Karşılaşmış Gibi oyununda izledim, harikulade bir performans sergilemişti, Çukur’da idare ediyor. Zira Çukur veya Edho daha fazlasını istemiyor, bu dizilerin ruhuna uygun bir “arabeski romantizm” sergilensin yeter! İşte karakterler sevdiklerine sahip çıksınlar, çıkamasınlar… Düşüp kalksınlar…. Mahalleyi, vatanı kurtarsınlar, bunun için gerekirse kendilerini ateşe atsınlar, iki zıplasınlar… Kasmık kasmık konuşsunlar, racon kessinler, bol bol silah sıksınlar. İşte öyle şeyler…
Yeşilçam’ın kötü babalarından miras Abuzer Kömürcü ve Milenyumda burun karıştırmanın cazibesi

Muhammet Cangören’e parantez açıp dizideki rolüne değinmeden onun “Abuzer Kömürcü” kimliğini ele almamız gerekiyor. Afgan asıllı Cangören Vikipedi’ye göre 80’lerin başında göç etmiş İstanbul’a, uzun süre çocuk tiyatrosuyla ilgilenmiş, televizyona ise İkinci Bahar dizisiyle geçmiş. Devamında Berivan ve onu tanıdığımız Kurtlar Vadisi geliyor. Sıla gibi dizilerde de görüyoruz kendisini. İşin ilginci Cangören televizyonlarımızda uzun süredir rastlamadığımız bir olayı da gerçekleştirdi. Henüz Çukur’daki öyküsü tamamlanmadan Edho’ya girdi. Aynı anda iki dizide (üstelik bu diziler şiddetten besleniyor, benzer karakterleri benzer örgüler vasıtasıyla işliyor) oynayan Cangören henüz Çukur’da öldürülmeden Edho’ya baş kötü adam kontenjanından transfer oldu. Tarafların nasıl bir sözleşme yaptıklarını bilmemiz güç fakat iki rolü ayrıştırabildiğini görmek hiç değilse televizyonlarımız adına sevindirici bir gelişme diyebiliriz. Çukur’da bir Afgan suç adamını canlandırıyordu Cangören ve hemen her bölümde kendini “Ben Reşit Fazlullah, bir aşiretin lideriyim” diye tanıtıyordu. Bu rolü kendisini üne kavuşturan Abuzer Kömürcü’yü andırmıyordu hatta aksine iyi adamdı, sözüne güvenilirdi, racon biliyordu. Tam da böyle bir kompozisyondan sıyrılıp Edho’ya hırsız ve dilenciler Şahı Hamdi Baba kisvesinde girdi. Kuşkusuz birbirine yakın, silahlı-külahlı roller bunlar fakat anlatının iyi ve kötü tarafında konumlandıklarını belirtmeden geçmeyelim. Dahası Cangören’in Abuzer Kömürcü gibi iz bırakan bir rolün ardından farklı rollere girebilmesi dahi başlı başına meziyet sayılabilir. Malum Yeşilçam’da da Yeşilçam’ın devamcısı olan televizyon dizilerimizde de “iyi adam” kılıktan kılığa girebililiyorken “kötü adamlar” kendilerine çizilen çerçevenin dışına çıkamaz. Cangören de bu düzenin etkisinden çıkamayarak kürkçü dükkanına döndü. Kömürcü tipi kötü adamlığı güncel bir mafya dizisinde sergileme olanağı yakaladı. Buranın altını çizmekte fayda var. Hamdi Baba rolünün Abuzer Kömürcü’den belirgin bir farkı bulunmuyor. Bu iki rolün ortak özelliklerine baktığımızda ise ilk olarak baba unsurunu görüyoruz. Bizim gösteri geleneğimizde Aliye Rona gibi kötü analara yahut femme fatale figürü Suzan Avcı, Neriman Köksal gibi sarışın çizimlere de rastlanır ancak esası daima “kötü babalar” meydana getirir. Bunlar ise ya mafya babası ya ağadır. Evladının yolunu tıkayan hatta evladının yavuklusuna göz koyan babalar bile izleriz. Hal böyle olunca baba-oğul çekişmesini karikatürize bir tonda ekranlara yaşayan Kurtlar Vadisi’nde neredeyse esas hikâye kadar Abuzer Kömürcü de ilgi çekmişti. Kömürcü bir uyuşturucu imalatçısıydı, vadinin konseyinde yer alan Hüsrev Ağa namına çalışıyordu. Oğlu Erdal ise Ağanın kızını etkilemek amacındaydı. Kömürcü işinde gücünde, ağasının sözünden çıkmayan, kul köle bir adamdı ve bozuk gözleri, oğluna yaklaşıp ağız dolusu “lan it” demesiyle dikkat çekiyordu ve aslında kuşak çatışmasını tam anlamıyla yansıtıyordu. Kömürcü bir zanaatkardı, alaydan yetişmişti ve sınırlı (ne eksik ne fazla, işine yarayacak kadar) kimya bilgisiyle eroin üretiyordu. Onu atletle veya kirden kararmış sarı renk kazağıyla görüyorduk. Gözlüğü kalın camlıydı, kemik çerçeveydi, burnunu karıştırıyordu. Gözlerinin uzun süre iş güvencesiz ortamlarda kimyasal maddelerinin dumanlarından dolayı bozulduğunu tahmin edebiliriz. Oysa Kömürcü bu mesleki deformasyondan çok daha fazlasıydı. O, oğluna köleliği öğretmeye çalışan, başka bir deyişle haddini bildirmekle uğraşan bir kötü adamdı. Gücü sınırlıydı ve itin ite, itin ise yine dönüp kuyruğuna boyun eğdirdiği tarihsel bir akışın parçasıydı.
Abuzer Kömürcü’nün Hamdi Baba’da doğuşu ve toplumsal çürümenin “kötü baba”daki izdüşümü
İlginçtir Cangören’in oğlunu ezen baba figürünü bu kez Edho’ya taşıdığını görüyoruz. Hamdi Baba rolünde, aynı pislikleri yapan fakat nüfuz sahibi bir baba olarak çıkıyor karşımıza. İşi yine aşağılık bir iş… Kurtlar Vadisi’nde eroin üretiyordu, Edho’da hırsızlık yapıyor; üstelik bir zamanlar çocukları dilendirdiği ve servetine böyle kavuştuğu sıkça ifade ediliyor. Tabi tamamen aynı diyemeyiz. Karakterin nüfuzu ve yaşın verdiği tecrübe dahası görüp geçirmişlik hali Cangören’in oyunculuğuna da yansıyor ve ayakları yere basan, nispeten özenli çizilmiş bir kötü adam izliyoruz. İki noktaya değinebiliriz. Öncelikle iki işinden de esintiler taşıyor Hamdi Baba, gerektiğinde çocukları dilendirecek sertlikte lanet bir adam oluyor, gerektiğinde bir hırsızın çevikliğine soyunuyor. Bu çevikliği sayesinde düşmanlarını iki kez atlattı. Hasta ve akıl sağlığı yerinde olmayan zavallı yaşlı rolüne büründü yahut kümesten bir eve girip çarşaf çalarak kılık değiştirdi. Edho’da dikkatimizi çeken başlıca unsur Abuzer Kömürcü’nün benzer bir iğrençlik ve aynı bakışla günümüze uyarlanması… Hamdi Baba birilerinin artıklarını yiyecek kadar midesiz ve adi bir adam yahut ölü kayınçosunu soyacak kadar hırsızlığın hakkını veriyor. Son derece pragmatist bir ruh taşıyor, söz gelimi hapisteki oğlu öldüğünde hesap kitap yapıp yoluna devam edebiliyor. Oğullarına yine mesafeli, onları şımartacak davranışlardan sakınıyor. Yer yer övse bile hemen peşi sıra hakaretler yağdırarak dengeyi sağlıyor. O maharetli bir yönetici ve bu tip yöneticileri ülkemiz siyasetinden tanıyoruz aslında! İki gönül okşayış, iki azar dengesi, kısacası biraz havuç biraz sopa ataerkil siyasetimizin de iş bitirici yöntemi haline gelmiş. Hamdi Baba’nın bu kez ezdiği oğulları ve adamları dışında Seko diye bir çırağı var. Hani tam bir soysuz, hiçbir değer yargısı yok! Hayatta kalmak için gözünü kırpmadan babasını satar! Muhtemelen senaristler ilerleyen bölümlerde ona hainlik ettirecektir. Yapısı müsait sonuçta… Bu Seko, Hamdi Baba’sını da soyuyor, işin güzel tarafı Hamdi Baba soyulduğunun farkında! Bu bir zihniyet meselesi ve aynı zamanda “bal tutan parmağını yalar” ekonomisinin, çarkları döndürmek için rüşvet alıp verme eyleminin, her türden hukuksuzluğa karşılıklı göz yumma prensibinin izdüşümü… Kimin ne kadar soyduğunu bilirsem sıkıntı çıkmaz düşüncesinde babamız. Hamdi Baba 60’lar melodramlarındaki, ağalı filmlerindeki yahut 70’ler aksiyonlarında sıklıkla karşımıza çıkan kötü adamlardan ayrıksı duruyor. O daha ziyade 80’lere göz kırpıyor. Her ne kadar kötü adam tiplemesinin tüm özelliklerini taşısa ve karakter olgunluğuna erişemese bile farklı bir politik anlam yükleniyor. 80’ler İlyas Salman‘ın ve onun temsiliyetinde halkın yenilgisiyle özdeşleşmişti. Aynı dönem dar gelirli vatandaşı, bilhassa geçinemeyen memur profilini Şener Şen de canlandırdı ancak Salman’ın yüzü ezilenlerin ikonografik düzeyde bir başkaldırısını yansıtıyordu adeta. Yine onun başrol oynadığı Afacan (Beco,Yılmaz Atadeniz,1989) filminde oğlu kaçırılıp dilenci çetesinin eline düşüyordu. O filmde kaynar su dolu kazana bir çocuğun kafası sokuluyordu. Bu denli şiddet yüklü sahneleri de vardı anlayacağınız.

Esasında 80’ler, kazıklanan, işten kovulan, çocuğu kaçırılan daha yerinde bir ifadeyle tüm talihsizlikleri üzerine çeken Salman’ın darbeler, türlü hukuksuzluklar ve zamlarla beli bükülen halkın yazgısını rolleriyle paylaştığı bir dönemdi. İşte Hamdi Baba da halka zulmeden tarafta yer alarak 80’lerde hüküm sürmüş, o dönem palazlanmış. Dizide açıkça belirtilmiyor fakat bu doğrultuda tahmin yürütebiliyoruz. Hamdi Baba’nın bugünkü karşılığı hayli pervasız… Hırsızlığı bir meslek olarak normalleştirmenin ötesinde bir siyasi anlayışın da zaferini ilan ediyor adeta! Bu anlayış ise şüphesiz çetecilik… 90’lardan itibaren vurdu-kırdılı dizilerimize damga vuran çetecilik özünde siyasi ve sistematize bir anlayışı ortaya koyuyor. “Devlet için kurşun atan da yiyen de şereflidir” çizgisinden kanlı canlı kafa kesmeli bir döneme vardığımızı rahatlıkla söyleyebiliriz. Ekranlardaki varlığını sürekli eleştirdiğimiz şiddet ise giderek yaşamımızın ayrılmaz bir parçası haline geldi. Burada kuşkusuz şiddeti kaba kuvvet kullanımı gibi bir anlama daraltmıyorum. Bir iktidar aygıtı olan şiddetin kurumsallaştığını ve güçlü bir biçimde organize olduğunu görüyoruz. İş yerinde mobinginden mahalle baskısına, her türlü ötekileştirme gayretinden, sınıfsal şiddete değin birçok örneğine tanıklık ediyoruz. Acun’un varlığı mesela sınıfsal bir şiddettir, nafakasından tutun çocuğunun isteğiyle dizi çekmesine değin…. Veya bornozla yatağa atlayan kebapçı Nusret’in cinsel organını görmemiz…

Ama bizler yalnızca Çukur’u veya Edho’yu eleştirerek çocukları, gençleri şiddetten uzak tutabileceğimizi sanıyoruz. Bu hayli iyimser bir yaklaşım… Günümüzde çeteleşme hâkim ve aslında bu hâkimiyeti hiçbir değer yargısı olmayan Hamdi Baba karakteri üzerinden de okuyabiliriz. Bu bakımdan Abuzer Kömürcü’nün marjinal bir karakterken onun devamı niteliğindeki Hamdi Baba’nın toplum ortalamasını temsil etmeye başlaması, gelinen siyasi noktayı ve çürümeyi sembolize etmesi bakımından anlamlı görülebilir.
Edho’da oyunculuklar… Muhammet Cangören ile Engin Benli’nin diziye kattıkları

Son olarak Muhammet Cangören’in Edho’ya getirdiği dinamizmden söz etmek istiyorum. Birçok TV dizisi izliyorum, (“işim gereği” değil de ilgim gereği diyeyim) Edho da mafya dizilerinin politik eksenini oldukça yalın aktarması itibariyle başından beri radarımda yer alan yapımlardan. Diziye şu beş sezon boyunca çok sayıda kötü adam girdi, hepsi de kartondu.. Yine arada derede güçlü kompozisyonlara “iyiler ve görece iyiler” tarafında rastladık. Rahmetli Tarık Ünlüoğlu mesela veya Olgun Şimşek… Aile ve yanaşmaları biçiminde tanımlayabileceğimiz ana kadroda ise esasen çok yönlü bir oyuncu olan, Sarmaşık filminde atmosferin hakkını veren Hakan Karsak ve evin annesi rolündeki Sabina Toziya haricinde höt zöt’ü aşmak için kimse çaba harcamıyor. Lacivert bazen ise siyah takımlar çekip iki salınmak yetiyor. Edho Pandemi arası ardından yeni sezona iki önemli kötü transferiyle girmişti. Bunlardan biri yazının da konusu olan Cangören iken diğeri Kanıt dizisinden tanıdığımız Engin Benli… Dizide Hamdi Korkmaz’ın oğlu Yaman Korkmaz rolünde izlediğimiz Benli ilginç bir yüze sahip ve salt yüzüyle oynamasına karşın mimiklerini, yeri geldiğinde yüz hatlarını olayın bir parçası kılabiliyor. Bu durum da diziye kötü adam sıfatıyla giren Benli’nin öyküdeki mizah duygusunu başka bir deyişle gerçek yaşam esintilerini beslemesine olanak sağlıyor. Benli standart kötü adam oyunculuğunu aile içindeki esprilere katılımıyla zenginleştiriyor. Bir de hani “gözleriyle gülmek” denir ya Benli’nin böyle bir vasfa sahip olduğunu söyleyebiliriz. Diziye giren bu çetenin ipleri elbette yine vatanı bölüp parçalamak isteyen Amerika’nın elinde falan ama bu hırsız uğursuz takımı bayağı kendi eğri doğrularıyla yaşayan tiplerden kurulmuş… Belki dizinin tüm geçmişi de dahil tutulmak üzere “nefes alan” tek kötü adam çevresinin Korkmazlar çetesi olduğunu öne sürebiliriz. Dolayısıyla siyah ve laciverdin dışında renk, kaypak ve mertin dışında “erkek” barındırmayan Edho’ya bu katılımı “taze çamur” şeklinde anmak istedim. Sanırım dizinin etkisinde kalıp böyle bir kapanışa yeltendim, okurlardan affola! Bi dakka kardeş, biz Rahşan Yenge miyiz ki affedelim! Tamam, yazıyı bitiriyorum. –Biz bitti demeden bitmez!
*Beyninde tümör bulunup ameliyat edilen oyuncumuz Sabina Toziya, umarım bir an evvel sağlığına kavuşur.
Haydar Ali Albayrak