Memleket yine çalkalanıyor! Yayık ayrana döndü vaziyetimiz. Vekil danışmanının naif kokain partisi de esaslı bir tartışma konusu oldu. Gündemde o var. Hükümetin zengin ettiği bir danışman, anlayacağınız anamıza küfretme ehliyetine sahip yerli ve milli bir şahsiyet lüks aracında “çekiyor” ahbaplarıyla. Bu sikendala sırt dönemeyiz elbette. Hoş, beklenen tepki verildi, o madde zerrelerinin vergilerimiz, faturalarımız, fişlerimiz olduğu sosyal medyadan yeterince ilan edildi. Ancak bu mesele üzerinde durmak istemiyorum. Daha doğrusu koca yazıyı bu saçmalığa harcamaktan yana değilim. Böyle düşünmemin sebebiyse Silivri’nin hava durumu falan değil. Ortada bir çürüme var. Yani çürümüş bir organizmayı tahlil edelim ama hıfzıssıhha müdürlüğünden maaş almıyoruz ki! Konunun bilirkişisi de sayılmayız. Öfkeliyiz sadece… Bu danışmanın münferit olmadığını, iktidar mensuplarının, uzaklarının-yakınlarının, kokain çeksin-çekmesinler enisonu bir ortalamayı, diğer bir deyişle tepeden tırnağa yayılmış bir çürümeyi temsil ettiğini gayet iyi biliyoruz. Yine AKP’nin ise siyasi bir mevta olduğunu, daha geçenlerde bir yetkilinin çıkıp “19 yıl hazırlık yaptık, asıl şimdi başlıyoruz” minvalinde bir şeyler demesinin bu gerçeklerden bihaber olduğu anlamına gelmediğini de biliyoruz. Onlar da son derece farkında bitip tükendiklerinin. Daha acısı Anka Kuşu olmadıklarının, küllerinden doğamayacaklarının bilincindeler… Hatta muhalefetten çok daha iyi görüyorlar gerçekleri… Öyle olmasa her şeye rağmen salgının şu en azgın döneminde on binlerce insanı Ankara’ya toplayıp görüntü vermeye yanaşmazlardı, zannetmiyorum.
Şunu düşünebilirsiniz. Yahu bu herif hep sinema minema yazıyordu, ilgimizi çekerse okuyorduk, arada can sıkıntısını paylaşıyordu, ona da tamam ama şimdi nereden çıktı bu siyaset faslı? Evet, burası Saçını Tarayanların Tarağı. Tabelaya dönüp bakmanıza gerek yok! Mahalle yandığında dahi saçımızı taramakla meşgulüz, meşhuruz. Şüpheniz olmasın! Lâkin ben zaten kokocuları yazmayacağım. Bana ne lüks arabalarından… Kokaini plastik tabakta, porselen tabakta çekmelerinden! Ben vergimi ödüyorum sonuçta! Gerisi onların tasarrufu… Arabalarının beygiri, mallarının kalitesi beni ırgalamaz.
Malvarlığı beyanı ve örgütlü çürümenin saltanatı
Ne diyordum, normalde böyle mide bulandıran şeyler yazmaya yanaşmazdım fakat Enver Aysever bir açıklama yapmış, “Medyadakiler mal varlığını paylaşsın“* diye. Malvarlığı paylaşmak! Güleyim bari! Aysever komünist partisinden öğrenememiş mi bu ülkede insanların ezici bir çoğunluğunun “ücretli köle” olduğunu ve kölelerin mal varlığı beyan etmek gibi sorunlar yaşamayacaklarını? Dolayısıyla hangi meslek grubundan olursa olsun insanlara mal varlığı sormanın son tahlilde hem o mesleği icra edenlerin hem toplumun tüm kesimlerinin sinirini zıplatacağını? Sanırım öğrenememiş, üstelemek yersiz. Aysever bu açıklamayı niye yaptı? Malum, bir süredir o da gündemi işgal ediyor. Birçok CHP belediyesiyle atölye anlaşmaları yaptığı yansıdı kamuoyuna. İlk olarak İzmir Belediyesi ile yapılan anlaşmanın haberi çıktı. 18 günlük atölye programı için 238 bin liraya anlaşıldığı söyleniyordu. Zira Aysever de Tunç Soyer’in ayrıntılı bir açıklama yapmadığını belirterek kendini savunmuş, aslında Soyer’i açıklamaya davet etmiş bir bakıma. Bir bakıma teessüfünü bildirmiş, “beni yüzüstü bıraktınız” demeye getirmiş. Belki belediye başkanının dikkatini çekmek için böyle bir mal varlığı talebinde bulundu, kimbilir! Yani size de biraz tuhaf gelmiyor mu birçok belediyle ile atölye anlaşması serilip dökülen bir yazarın şu ekonomik kriz koşullarında çıkıp dalga geçercesine hodri meydan demesi? Aysever ya yürek yemiş ya iyice köşeye sıkışmış, üzerindeki baskıyı bir an evvel dağıtmaya çalışıyor!

Aysever’i tanımam etmem, bu belediyelerden ne kadar kazanmış, tamamen doğru mu söylüyor yoksa memleketteki hemen herkes gibi az biraz olsun hile mi katıyor açıklamalarına, bir şey diyemem. Mal beyanına davet taktiği düzen siyasetinin kirli meydan okumalarını anımsattı bana, haliyle şüphe duydum samimiyetinden. Ama dediğim gibi burada asıl mesele Aysever’in samimiyeti değil. Nasıl vekil danışmanın kokaini üzerinde durmaya değmezse Aysever’in atölyesinde de o kadar mesai harcamaya değmez. Asıl mesele örgütlü çürümenin, iş bağlamanın sürdüğü saltanat. Aysever’in partisi “paranın saltanatı varsa…” diye başlar malum, eski bir kampanyalarıdır. Paranın saltanatına karşı çıkmak erdemli bir hareket, aksini iddia edecek değiliz fakat anlaşılan yetmiyor. Örgütlü çürümenin, eşe dosta iş bağlama prensibinin saltanatına, “yabancıya gitmesin” pratiğine de aynı ölçüde karşı çıkmak gerekiyor. Efendiler “liyakat liyakat” deyü bağırıp çağıracak, kafanızı şişirecek değilim. Liyakat söyleminin sulandırıldığını düşünüyorum. Zaten iş liyakata varırsa Aysever liyakat sahibidir. Adam sonuçta gazeteciliğinin yanı sıra öykücü… Öykülerine Adam Öykü dergisinde rastlayabilirsiniz mesela. 90’larda yayımlanan sayıları şöyle bir karıştırın, göreceksiniz. Hatta Aysever kısa film de çekmiştir. Yarın bir gün kısa film atölyesi yapabilir. Şaşırmamak lazım. Hayır, zaten yazmayı, çekmeyi (film olanı kastediyorum) birikimini paylaşacak düzeyde biliyordur. Ayrıca her şeyi geçtim, hepimizin olduğu kadar Aysever’in de bildiklerini, tecrübelerini paylaşmaya hakkı var. Eh o zaman bu tantana neden koptı? Kendi adıma konuşayım. Aysever’in açıklamasında sanatçı turnesine benzettiği “seri atölye” fikri beni biraz rahatsız etti. Bana, biraz nasıl diyeyim, “neden yahu, memlekette başka yazar mı yok” sorusunu sordurttu. Ha diğer yandan Aysever’in bu kadar atölye düzenlemesi canımı epey sıktı diyebilirim; müzisyenler açıklıktan intihar ediyorken, işsizlik alıp yürümüşken… Hiçbirinin kabahatlisi Aysever değil, üstelik Aysever bu insanların yanındadır, en ufak bir şüphe duymuyorum. Duymuyorum duymasına ya işte içim, söz geçiremediğim içim soldaki bu çürümeden ötürü pır pır ediyor!
Şu ara Aktroller hiddetle saldırıyor Aysever’e. Çok doğal, malzeme bulmuşlar, saldıracaklar tabi! Onlar gibi Aysever’i “laik trol” görmüyorum, dahası onların konuşmaya, yazmaya çizmeye hakları olmadığını da savunuyorum. Ama işte diyorum ama işte… “Medyadakilerden” değilim, gazeteci değilim fakat ne dersiniz, alınsam mı bu mal beyanı davetinden? Yıllardır yazar çizerim, kendimce üretirim. Bu yazarlıktan bana kalan tek şey sağ el orta parmağımın sol yanındaki nasırdır. Kalem tutmaktan… Tek mal varlığım odur. Yazarlıktan dolayı gurur duyduğum tek şey de odur. Ha, bu iyi bir şey mi? Ne münasebet! Benim bir yazar olarak sadece nasırımdan gurur duymam bir yönüyle de utanç verici… Bir yönüyle -kendime haksızlık etmek istemem ama- enayilik açıkçası!

Seri atölyeler, telifsiz yazmak, suya yazmak ve popülist çete’nin icraatları
Soldaki çürümenin en önemli sonuçlarından biri de telifsiz yazmaktır. Telifsiz yazmaya dünden fit olmak, amiyane tabirle. Kendini solcu, paylaşımcı, bilmem neci ilan edenlerin çıkardığı dergilerde, kurdukları internet sitelerinde yazanlar yazdıkları karşılığında genellikle beş kuruş almaz. Beş kuruş talep ettiklerindeyse “yazını yayınlıyoruz ya daha ne istiyorsun” çemkirmesiyle karşılaşırlar. Bu tavır biraz da 60’larda Anadolu’dan gelen genç kadınları “seni star yapacağız” vaadiyle kandırmaya benzer. “Seni yazar yapacağız, seni adamdan sayacaklar. Yaz işte, disiplinli bir şekilde üretiyorsun kardeşim, daha ne istiyorsun!” “İyi de emek sarf ediyorum sonuçta” derseniz alacağınız yanıt yine şaşmaz: “Yazma… Zorla mı yazdırıyoruz!”
“Lafı telife nasıl bağladın, niye bağladın” diyebilirsiniz. Bağladım çünkü ortada bir “popülist çete” var. Popüler olmanın, popülist kaygılarla üretmenin ekmeğini yiyenler, o ekmeği ayarlayanlar, ihaleye verenler, köşelerini açanlar, imza günü koyanlar var. Turneler organize ediyor, tuttuklarını parlatıyor sevmediklerine burun kıvırıyorlar. “Popülist çete” derseniz de gülerler ha! Kanıtlayamazsınız böyle bir çetenin varlığını, deli derler. Yine bu solcu dergicilere “yazmıyorum” derseniz mesela, restinizi anında görür, “yazma” derler, “yazmazsan yazma“. Yazacak bir sürü insan vardır, bir sizin mi kafanız basıyordur! Hiç yani! Bu akıl yürütmenin “o kadar işsiz var, verdiğim paraya çalışıyorsan çalış, çalışmıyorsan kapı orada” diyen patronunkinden farkı yoktur aslında. Ama solcu dergiciler bu benzetmeyi katiyen kabul etmez, “biz kazanamıyoruz ki” derler, hatta ideallerden, mevzilerden söz açarlar. Günün sonunda siz utanırsınız. “Ulan yayın yönetmenimizin, imtiyaz sahibimizin -beni ben yapan kişinin- o kadar derdi var, bir idealin peşinde heder olmuş, cebimden çıkarıp vereceğime bir de yazdığım yazıdan para istiyorum, ne aşağılıkmışım be! Hem yazı bu yahu! Nasreddin Hoca suya bile yazmış, bir beklentisi mi varmış!“

Güzel kafalar, tıkır tıkır işleyen akıllar!
Sözü fazla uzatmak istemiyorum, toparlayacağım. Aysever şöyle yazmış twitterdaki açıklamasında: “Değerli dostlar kim neden düğmeye bastı bilmiyorum ama güne yine memleketin en önemli meselesi benim yaptığım çalışmalarmış gibi TT listesinde başladım.” Aysever’in yılların sağ politikacılarına taş çıkarırcasına basılan düğmelerden dem vurması, “memleketin en önemli meselesi olmadığını” vurgulaması ibretlik. Aysever haklı! Memleketin en önemli meselesi sağa sola sirayet eden, bizi yoksulluğa ve çaresizliğe mahkum eden çürümedir. Düzenin ta kendisidir en önemli mesele! Aysever’in partisi de bizimle hemfikirdir. Peki, Aysever? O, bu çürümenin neresindedir? Bu soruya yanıt aramak da zenginin malının züğürdün çenesini yorduğu o namlı pratikten ayrılamaz. Kişiler bizi neden ilgilendirsin ki? Kokain çekenler, turneye çıkar gibi seri atölye düzenleyenler. Bir kere aynı düzlemde değiliz! Onların kafası güzel, akılları deseniz tıkır tıkır işliyor!
*Aysever’in açıklamasını konu alan ilgili habere bağlantıdan ulaşabilirsiniz: https://t24.com.tr/haber/gazeteci-enver-aysever-medyada-arkadaslara-cagrimdir-herkes-mal-varligini-aciklasin,941444
** https://youtu.be/-dIvdJX8O8o
Haydar Ali Albayrak