Yıllar önce kardeşiyle film çekmek için gittiği Kalahari’de (Afrika’da bir çöl) bölgenin yerlilerinden etkilenen Craig Foster onların izci yeteneklerini bu kez bir sualtı ormanına uyarlıyor ve dalarak çıktığı gezintiler esnasında bir ahtapot ile tanışıyor. My Octopus Teacher Foster’ın ahtapotun kısacık ömrü boyunca aralarında gelişen dostluğu öykülüyor. Foster ahtapot arkadaşının yaşamına neredeyse her gün tanıklık ediyor. Ahtapotun güvenini kazanan adam merakının ödülünü de muazzam keşifler yaparak alıyor.
Bir yosun ormanında kurulan umulmadık dostluklar
Pippa Ehrlich ile James Reed‘in yönettiği belgesel büyük ölçüde denizin altında geçiyor. Kara çekimlerinde ise Foster’ı çıplak ayak koyda yürürken ya da evinde bir masa başında görüyoruz. Belgeselin ayrıntılarına geçmeden iki noktayı açmak gerektiğini düşünüyorum. Öncelikle Güney Afrika’daki bu yosun ormanı göz kamaştırıcı bir habitat! Sualtı ormanı ifadesinin hakkını veren bir canlı çeşitliliğinden söz edebiliriz. Yosunlar yer yer suyun yüzüne çıkarken yaklaşık on metre derinlikte insandan uzak bir yaşama uzanıyor. Kayalar ve sualtı bitkileri yumuşakçalara, balıklara, sert kabuklulara ev sahipliği yapıyor, dahası köpek balıkları da Foster’ın düşük ısısı dolayısıyla yüzmenin zor olduğunu belirttiği bu suda cirit atıyor. Belgeselde bu köpek balıklarına karşı nasıl bir önlem alındığına (veya alınmalı mı’ya) dair detay paylaşılmıyor ancak dalgıcın o yaşamın bir parçası olduğu açıkça görülüyor.

Türkçe’ye “Ahtapottan Öğrendiklerim” olarak çevrilen belgeselde ahtapottan kimse rol çalmıyor; ne avladığı yengeçler, ıstakozlar ne kaçtığı yırtıcı balıklar… Craig Foster bile öykünün tek anlatıcısı olmasına karşın ahtapot gibi düşünmeye ve onun hamlelerini taklit etmeye başladığından özellikle su altı kısımlarında bize görünmez bir arkadaşlık duygusu geçiyor. Sualtında tek bir kahraman var o da isimsiz ahtapotumuz. Foster’ın isim vermediği ancak onun yerine çok daha anlamlı bir iş gerçekleştirip duygusal bağ kurduğu bu yumuşakça zekasıyla da kendine hayran bırakıyor. Sualtı ormanın etkileyici atmosferinin yanı sıra ahtapotun bir kedi köpek kadar keskin zekasına da değinmeliyiz. İnsan bir yumuşakçanın her gün başını okşadığımız hayvanlar değin zeki olabilmesine şaşırıyor. Belgeselde bu durum evrim ile açıklanıyor. Ahtapotların gerek avının peşinde gerek av olmamak için türlü stratejiler geliştirdiğini ve hayatta kalmak adına kılık değiştirmekte, iz sürmekte ve kamufle olmakta nasıl ustalaştığını canlı örneklerle izliyoruz.

Yumuşakçadan insana uzanan el, duyulan güven
My Octopus Teacher’a dört başı mamur bir belgesel diyemeyiz. Daha ziyade sinemada sıklıkla rastladığımız, sevimli hayvanın başrolü paylaştığı drama yönü ağır basan yapımlara benziyor. Kurmaca filmlerde birçok hayvan gördük: kedi, köpek, maymun, ayı… Bizim ahtapotu bu hayvanların boy gösterdiği filmlerden ayıran ise onlar kadar sevimli olmayışı ve elbette filmin de tamamen gerçek olayları baz alırken görüntü yönetiminde seyirciyi manipüle edecek hilelere başvurmayışı… Yakın plan takip çekimleri ve bazı sahnelerde odağı işaret eden açılar belli bir noktaya kadar filmdeki ilişkiyi canlı tutsa dahi Foster’ın ahtapotla dostluğu teknik desteğe ihtiyaç duymuyor. Belgeselde insanın ezelden beri en temel duyularından olan dokunma duyusu bir kez daha yönlendirici bir vasfa bürünüyor ve ahtapotun kollarıyla Foster’ın elini sarması aralarındaki iletişimi seyirciye geçiriyor. Bu sahneden itibaren o temasla özdeşleşiyor ve Foster’ın yalnız duygularına değil bir anlamda hareketlerine de ortak oluyoruz.

Bir ara ekipmanını düşürüp ahtapotu ürküten Foster büyük emek sarf edip iz sürerek hayvanı yeniden buluyor. İkinci buluşmada ahtapotun Foster’ı unutmadığı anlaşılıyor ki bu veri bile zekasını vurgular nitelikte… Yine belgesellerden aşinayız yıllar sonra gördüğü eski dostuna sarılan aslanlara, kaplanlara… Ayılara fısıldayanlar, kurtları terbiye edenler, timsahla dans edenler! İnsanlık vahşi hayvanı dizginlemeyi, yabanı susturmayı her daim arzuluyor, bunu kısmen başardığını da söylebiliriz fakat demin bahsettiğim üzere bir vahşi memelinin dışında insanla sofra dışında karşılaması oldukça güç bir yumuşakçanın aynı bağları kurabildiğini görmek mutluluk verici! Belki de ahtapotun gelişkin sinir sistemi bunda rol oynuyordur. Her vantuzu bağımsız hareket edebilen, kaybettiği uzvunu zamanla yenileyebilen yumuşakça başka bir canlıya güven duyabiliyor. Bu güven duygusunun belgeselin önemli tezlerinden olduğunu belirtmek gerekir. Diğer bir çarpıcı tez ise balıklarla oynanan oyun, eğlenme hissi… O da zekanın göstergesi ve ahtapotu birçok deniz canlısından ayırıyor.
Sualtının Ankası Ahtapot!
Belgeselde ahtapotun zekasına ve iletişim kabiliyetine vurgu yapılırken heyecanlı anlar da öne çıkıyor. Köpek balığının iki ayrı saldırısını izliyoruz. İlkinde bir bacağını kaptıran ahtapot kısa sürede yeni bir bacak kazanırken ikinci saldırıda artık güçten düştüğü için karşı koyamıyor. Ahtapotun çiftleştikten bir süre sonra ölmesi ise hayli ilginç… Foster bu durumu evlatları uğruna kendini feda etme olarak açıklayıp güdüsel bir ilişki kuruyor. Açıkçası diğer iki değerlendirme ile aynı kefeye koymuyorum bu yaklaşımı. Ahtapotun ilgili kesitlerde bir insana güven duyduğu ve balıklarla oyun oynadığı anlaşılıyor ancak ölümünü doğrudan yumurtalarının güvenlik kaygısına bağlamak bana mantıklı gelmedi. Daha doğrusu bunu salt duygularla bağdaştırıp annelik güdüsüne yormanın abartı olacağı kanaatindeyim. Tabi sonuçta kanaatimin pek önemi yok, zira konuya dair bilgim bulunmuyor. Yine de benim gibi konuya yabancı olanları itmiyor Ahtapottan Öğrendiklerim, didaktik bir film değil, mesajını naif bir çerçevede aktarıyor. Foster’ın doğadan yalnızca nezaket öğrendiğini söylemesi ve bir parçası olunduğu takdirde keşfedilebileceğini öne sürmesi aklımızda kalıyor. Aksini düşünmek güç… Doğal döngüye, ekosisteme övgü çağımızın potansiyel felaketleri karşısında başvurulacak bir söylem fakat yetmez, bu övgünün pratikte saygıya dönüşmesi ve kitleler halinde kabul görmesi gerekiyor. Foster’ın ahtapot dostuna yardım etmeyişi, ölümünü içi cız ederek izleyişi doğanın karşı konulmaz kanunlarını işaret ediyor. O kanunlar hepimiz için geçerli ve kendisine dönüşecek/sığınacak bir doğa bırakmazsak kaybolup gideceğiz.
**
Neyse bu kadar sıcak mesajlar veren bir belgeseli karamsar bitirmek olmaz. Bu kadar zeki bir hayvanı meze etmeyelim mesela… Bunun sözünü verelim kendimize! Kıssadan hisse!
Haydar Ali Albayrak