Serhat Karaaslan‘ın yazıp yönettiği, başrollerini Berkay Ateş ile Saadet Işıl Aksoy‘un paylaştığı Görülmüştür Netflix’te yayınlandı. 2019’da Başka Sinema dağıtımıyla gösterime giren filmi vizyondayken izleyememiştim. Yıllar sonra denk gelip izlediğim Görülmüştür olgun dili ve politik yönüyle dikkat çekiyor.

Görülmüştür işe yeni başlayan Zakir (Ateş) adında bir gardiyanın denetlemek için okuduğu mektuplarda bir aile dramı sezmesi üzerinden ilerliyor. Mektupları okumakla yetinmeyip kapalı görüşleri de izleyen Zakir sürekli yeni bilgiler edinir. Çalıştığı hapishanede mahkum olan genç adamın eşi Selma (Aksoy) kayınpederinden (Kevork Türker) hamiledir ve bu durumu görüşlere geldiğinde beline korse sararak saklamaktadır. Giderek olayların içine dalan Zakir Selma’nın mağduriyetine ve sessizliğine ortak olur. Ancak gardiyan derdini haykırıp da bozmaya çalıştıkça sessizlik daha büyür ve çember etrafını daha sıkı sarar. Bu yönüyle Görülmüştür özgürlük sorununun sistemden kaynaklandığını ve içeri-dışarı ayrımının bir süre sonra silindiğini gözler önüne seriyor. Bu sistem öyle güçlüdür ki yaratıcı yazarlık kursuna giden Zakir’e “yazılanları silmek” gibi bir görev vermekte, yaşamayı arzulayan bir genci üzerindeki üniformayla kapana kısıp sessizliğe terk etmektedir.
İçerideki dışarı ve dışarıdaki içeri
Öncelikle filmdeki içeri-dışarı çelişkisine değinmek istiyorum. İlgi çekici noktalardan birisi bu… Hapishanenin görevlilerle bilhassa infaz koruma memuru denen gardiyanlarla anlatılması şüphesiz tek taraflı bir bakış ortaya koyuyor. İçeriyi de dışarı ile gözlemlemiş oluyoruz çünkü “içerideki dışarı” biçiminde ele alabileceğimiz bu gardiyanlar yemekhanede yemek yiyor (kamusal alandan faydalanabiliyor), mesai sona erdiğinde servise binip evine gidiyor (kapitalizmin “boş zaman-leisure” kavramını dilediğince değerlendirebiliyor) yahut yazarlık kursuna gitmek gibi sistemin lüks sayılabilecek bireysel ihtiyaçlarını giderebiliyor. Diğer yandan “dışarıdaki dışarı” ise mevcut toplumsal ilişkilere sıkışmış ve mağduriyete açık bir yaşam sürüyor. Görülmüştür Zakir ile içerideki dışarı’yı, Selma ile dışarıdaki dışarı’yı temsil ediyor diyebiliriz. Ancak dışarının içeriye dönüştüğü koşullar da söz konusu… Cezaevleri “pembe oda” uygulaması ile özel aile görüşlerine izin verirken sosyal yaşam kadının ağzını dahi açamadığı bir cendereyi andırıyor. Böylece Selma’nın yaşam pratiğine bir anlamda “dışarıdaki içeri” ifadesi yakıştırılabilir. Görülmüştür’de dışarısı yalnızca Selma’nın cehennemiyle açıklanmamış, Zakir’in kuruntulu annesi (Füsun Demirel) de adeta bir hapishane inşa etmiş kendine ve elbet oğluna. Yoksul bir mahallede yaşayan Zakir hırsızlıklara karşı çelik kapının yetmediği, demir parmaklıklarla ek önlemlerin alındığı bir dairede yaşıyor. Anne bu demir doğramayı sürekli kilitli tutuyor. Üstelik kapının kilitlenmediği o nadir anlarda bile anahtarı soruyor Zakir. Bu durum sistemin çıkış izni almaya şartlandırışını, kurduğu baskıyı yansıtıyor ve meseleyi içerideki fiziki tutsaklıktan öteye vardırıyor. Annenin Zakir’e pranga oluşunun yanı sıra sınıfsal kısıtların yakıcılığını atlamamak lazım. Zakir bir yoksulluk alameti olan ıslak tuvalet terliğine basınca çorabını kurutmadan evden çıkamıyor. Islanan çorabını öyle çorap değiştirir gibi değiştiremiyor yani! Yazarlık kursunda Zakir’den hoşlanan Emel’in yaklaşımı da ilginç. Emel (İpek Türktan) kadın-erkek ilişkilerine hayli modern yaklaşıyor, arkadaşlık kuruyor, flörtleşiyor ancak o da baskıyı bir biçimde hissediyor. Zakir’i uzun zaman sivil polis zannetmesi polisiye romanlar sevmesiyle açıklanamaz. Emel sürekli izlenen bir toplumun kurbanı… Polisiye türü de yaratan dikiz kültürü iyiden iyiye yerleşmiş.

Yazmak, görmek ve silmek üzerine: Hepimizin bir şeyler karaladığı o yerde…
Filmde Zakir’in yazarlık atölyesine gidişini kör göze parmak değerlendirenler çıkacaktır zira mesele öyle yorumlanabilir. Okumanın tam karşısına yazmayı, yapmanın karşısına yıkmayı, silmeyi yerleştirmek mesajın altını çizmek bakımından akla gelebilecek ilk dış müdahale… Zakir bir yandan anlamı budarken, atölyedeki hocasının “laf kalabalığının özü gölgelediği” şeklindeki görüşlerinde de ifade ettiği üzere anlamı yakalayıp ortadan kaldırırken bir yandan kendi anlamını bulmaya çalışıyor ve bu çaba kışkırtıcı bir rol oynuyor. Bir şeyler yazdığımızda “bir şeyler karaladık” demez miyiz? Tevazu gösterme niyetimizle birlikte bir şeyleri gerçekten karaladığımız, anlamında uzlaşılmış işaretleri kendimize göre dizip yeni anlamlar yarattığımız söylenemez mi? Zakir de kendince ve kendi dünyasına dair bir şeyler karalarken mahkum yakınlarının karalamalarını yok edip laf kalabalığı’na çeviriyor. Karaaslan’ın filminde yaratı ve yok ediş (sansür) süreci, yapıcı ve yıkıcı motivasyonlar bütünleşerek anlam kargaşasının bertaraf edilip buna karşın bir şikayette dahi bulunamayarak mutlak suskunluğa, büyük bir hapishaneye sığındığımız atmosferi kuruyor ve bir noktadan sonra yazmak ile karalamak, anlamak ile anlatmak arasındaki köprüler tamamen yıkılıyor. Zakir’in yaşadıklarını kurmaca sayıp kendi öyküsünü karalaması varoluşundan caydığı bir tercihi gündeme getiriyor. Var olma kaygısı kaybolunca kalemin içindeki mürekkebin işlevi, hizmet ettiği amaç da anlamını yitiriyor. Bu saatten sonra ha çizmiş ha karalamış pek önemi kalmıyor.

Adaletin bu mu dünya? -Evet, ne olmuş yani!
Görülmüştür’ün politize olduğu nokta özgürlük sorunun ötesinde adalet kavramını da tartıştırması. Film bu konuda büyük sözler etmeden yorumu daha çok seyirciye bırakıyor. Yargının toplumsal meselelerde devre dışı kaldığı koşullara tanık oluyor, karakolundan savcılığına tam bir aymazlık sergilenirken kendi halinde bir gardiyanın adalet arayışını ibretle izliyoruz. Hemen her karede rastladığımız üniforma ve soğuk damgaların, dahası güvenlik kameralarının korku yaymaktan başka bir işe yaramadığı, gerçek yaşamda karşılık bulamadığı anlaşılıyor. Komiserin Zakir’e çıkışarak “utanmıyor musun iftira atmaya, bir de devlet memuru olacaksın” deyişi tam anlamıyla bir güler misin ağlar mısın vakası… Şüphelerin üzerine gitmeyen, gerektiği zaman gerektiği kişinin ifadesine başvurmayan, sadece silen karalayan, ayrımcılık yapan ve bol bol dikizleyen bir adalet anlayışı var karşımızda. “Adaletin bu mu dünya” diye sorarsak aldığımız yanıt hiç değişmiyor: “Evet, adaletim bu! Sıradaki!”

Oyunculuklar görülmüş fakat susulmuştur!
Filmdeki oyunculuklara ve anlatıya da kabaca değineceğim. Sağlık ocağında çalıştığını söyleyen Emel’in ilerleyen sahnelerde tam teşekküllü bir hastanede görünmesi gibi küçük hataları saymazsak meseleyi çetrefilleştirmeyen ama basite de kaçmadan anlatan bir yapımla karşı karşıya olduğumuzu belirtelim. Kararında, olgun bir politik film Görülmüştür; ki sinemamız bu alanda pek başarılı değil maalesef. Distopyayı yahut kırsalı işin içine katmadan politik söz söyleyemeyen, aciz bir sinema diline sahibiz. Hatta lal olmuş bir dile… Görülmüştür iki cepheye de kaymaksızın üslubunu bağımsız bir çerçevede kuruyor. Hapishanenin sert ve köşeli bir mekân olması filmin elini kolaylaştırsa da kent yoksulluğuna değinmek cesur hamle doğrusu… Karaaslan ilk uzun metraj denemesinde bunu başarmış ancak Zakir’in yaşadığı dairenin bir çeşit hapishaneye çevrilerek özgürlük sorununun basit ama etkili bir biçimde tartışmaya açılmasına karşın aynada kendine bakmak ve güvenlik kameralarına sık başvurmak gibi politik gerilim klişelerine de kaçılmış.

Oyunculuklarda ise suskunluğun başrol oynadığını söyleyebiliriz. Susmak görüp sessiz kalmak gibi bir anlam da taşıyor. Selma’nın gerek görüş kabininde gerek minibüste kısık sesle konuşup derdini beden diliyle açması, örneğin boynundaki darp izlerini göstermesi ve bir yönüyle “ifadeye zorlandığı” karakolda dahi başını eğmesi Görülmüştür’ün oyunculuklarını susulmuştur’a taşıyor. Selma rolündeki Saadet Işıl Aksoy derin bakışlarıyla konuşmasına lüzum duyulmayan bir oyuncu… Bu suskunluğa Zakir’i canlandıran Berkay Ateş’in canlı fakat bir o kadar kapalı arayışı da ekleniyor. Ateş film boyunca konuşmaktan ziyade susmaya ihtiyaç duyuyor. Emin Alper‘in Abluka filmindeki rolüne benzer bir rolde Ateş, burada tabi daha bir atik… Atmosfer filmlerinin hakkını veriyor. Yan rollerde ise öne çıkan bir oyunculuktan söz edemeyiz, büyük ölçüde atmosfere uyum sağlandığını görüyoruz. Açıkçası oyunun parçası olabilen iki yardımcı oyuncu var: Füsun Demirel ve İpek Türktan. Tecrübeli oyuncular, rollerinin hakkını teslim etmişler. Müfit Kayacan, Banu Fotocan, Muttalip Müjdeci gibi isimler de sanat filmlerinin arananları oldular. Gardiyan kadrosunda dikkat çeken isim Erdem Şenocak şüphesiz. Şenocak yıllardır Oğuz Atay‘ın romanından uyarlanan Tehlikeli Oyunlar‘da rol alıyor. Tek başına sahneyi dolduran, Hikmet Benol gibi bir karakterin altından kalkabilen oyuncunun gardiyan İsmet’e de kendine özgü bir hava katması kaçınılmaz. İsmet hafif sarkık bıyıkları, geriye yatırdığı saçları ve ansızın bir yerlerden çıkması ile filmdeki resmi ideolojinin lakayt yorumu olarak nitelendirilebilir. Hem lakayt hem resmi… O her haltı yiyebilir ama ona karşı gelinmez bir çizgide… Görülmüştür de devletin gözü olduğunuz müddetçe her şeyi dinleyip hissedebileceğiniz, her adımı, her duyguyu, satırı görebileceğiniz bir dünyayı betimliyor. Devletin gözü üzerinize düşerse işte o zaman yandığınızın resmi! Kendinize mahkum ediliyor, gardiyanı oluyorsunuz ömrünüzün. İçeride, dışarıda, adaletsiz ve sevimsiz…
Haydar Ali Albayrak