WordPress.com ile böyle bir site tasarlayın
Başlayın

Gelincik: Toros’un egzoz dumanı ormanın sisine karışırsa

12 Eylül darbesini konu alan Bu Son Olsun (2012) ile tanıdığımız ardından bir dizi ipe sapa gelmez ticari film çeken Orçun Benli son filmi Gelincik‘te tekrar politik bir hatta dönüp 90’ların faili meçhul cinayetlerini öykülemiş. Senaryoyu Şükrü Üçpınar ile birlikte kaleme alan Benli bu kez öyküyü birkaç kulvardan ilerletip zamanlar arası sıçramalara başvurarak dilini de geliştiriyor; daha doğrusu Gelincik’te artık özgün bir dile yöneldiğini, ticari sinema deneyimini kenara bıraktığını görüyoruz. Az karakter ve doğal mekan kullanımı ile girişilen bu yöntem başarılı olurken filmin sürpriz finaline hizmet ediyor. Bu tarza yeniden döneceğiz, evvela Gelincik’i özetleyelim. 

Gelincik 90’larda “hızlı” bir TEM polisinin düşmanlarından korunmak için çekildiği ormanda başına gelenleri anlatıyor. Polisi Kaan Yıldırım canlandırıyor.

Ayhan (Kaan Yıldırım) 90’larda görev yapmış, görevi gereği öldürmüş, işkence etmiş, cinayetleri devlet tarafından karartılmış bir faildir ve bu karanlığa uygun şekilde ağaçların gölgesinde kaybolan, elektrik ihtiyacını ancak jeneratörle karşılayan bir kır evine yerleşmiştir. Bu tercihte/tecritte şüphesiz sol örgütlerin misilleme faaliyetleri rol oynamaktadır. Burada çıktığı av esnasında Karadayı (Ahmet Mümtaz Taylan) lakaplı biriyle tanışır Ayhan. Karadayı sürekli tekinsiz hikayeler anlatan, korkutucu bakışları ile dikkat çeken, her an her şeyi yapabilecekmiş gibi duran orta yaşlı bir adamdır. Ayhan Karadayı ile dost olmasa bile mutlak yalnızlığının etkisiyle zaman geçirmeye başlar. Balığa çıkarlar, rakı içerler, ormanda gezinirler. Ancak Karadayı’nın gelincik göndermesi üzerinden intikam vurgusu ve sıkça başvurduğu imalar Ayhan’ı rahatsız etmeye başlayınca artık hesaplaşmaya karar verir. Oysa hesaplaşmada kimin soran kimin yanıtlayan taraf olduğu belirsizdir. Yaşam Ayhan için artık çözülenin kaybedeceği bir işkenceye dönüşmüştür; ya konuşacak ya konuşturacaktır.

İki süper intikam birden ya da kılıçla yaşayanın kan damlayan kılıcı

2020 yapımı Gelincik odağında intikam duygusunun, politik mesajında ise Pers hükümdarı Kserkses (Serhas)’in manidar yenilgisinin yer aldığı bir film. Kısa süresiyle öne çıkıyor. Karmaşık öyküsünü ve iç içe geçmiş kurgusunu rahatlatan, ortaya doygun bir anlatı çıkaran bir seçim bu. Göndermeleri yoğunlaştırmadan az lafla çok iş görüp 90’lar siyasi atmosferi gibi derin bir alana seslendiğinden (süslersek; hani bir vadiye bağırdığından) az alt metinle çok söz söyleyebiliyor. Yine başarı hanesine intikam olgusunu kavramsal ve eylemsel yönden irdeleyip bir noktadan sonra karşı karşıya getirmesini, iki ayrı intikam tezahürünü çatıştırmasını yazabiliriz. Ancak eksiklerinden de bahsedilebilir. Film intikam gibi kolay görünmesine karşın işlemesi oldukça zor bir mesajı eksenine yerleştirince politik duruşunu berrak sergileyemiyor. Benli ise filmine dışarıdan bakıp belirsizliği giderememiş. Ayhan zulmünden zerre pişmanlık duymayan soğukkanlı bir “emir kulu”, Karadayı ise anlaşılacağı üzere onun vicdanını temsil ediyor. Buraya kadar en azından ortalamacı bir siyasi hat çiziliyor diyebiliriz fakat “tepedekilerin hiç zarar görmemesi” gibi birkaç cılız değini dışında 90’ların sistematik işkence ve faili meçhul pratiğine tespitler yöneltmiyor. Film bu alanı boş bırakırken kuşkusuz bürokratik işleyişe ve çarkın en zayıf halkalarına işaret ediyor. Biz Gelincik’te kendi haline bırakılmış, sınırsız suç işleme hakkı tanınmış fakat eni sonu maaşla geçinen bir TEM ekibi izliyor; emir verenleri veya cinayetlerin hangi gerekçelerle azmettirildiğini görmüyoruz. Filmi meydana getirenlerce yeğlenmiş, bilinçli bir sığlık söz konusu ve esas dert tepedekilerin iktidar çekişmesinden ziyade hamasi nutuklarla eşilmiş bir toplu mezarın dehşetini öykülemek. Bu mezarı kazan ellerin giderek kirlenmesine karşın bedel ödenmeyişi sistem içi bir kırılmaya ve ruhsal sarsıntılara yol açıyor. Hayatımız boyunca en az bir defa işittiğimiz “O savaşta Doğu’daymış, delirmiş” ifadesinin şehir versiyonu ile karşılaşıyoruz. Ayhan’ın konumu her ne kadar ur Yücel‘in mayınlı meseleleri irdelediği Yazı Tura (2004) filmindeki somut ve soyut kayıplara denk düşmese de mekanın git gide silikleşip zamanın inceldiği yerden kopacak kıvama gelmesi vicdan ve akıl çekişmesini deliliğe vardırıyor. Vicdanın dönüşü aklın yitimiyle mümkün oluyor. Salt bu yönüyle bile cinayetlerin rasyonel bir çerçevede sunulduğunu söyleyebiliriz. “Hak etmişlerdi. Biz onları öldürmesek onlar bizi öldürecekti” savunması “vatan millet Sakarya” uğruna can alıp verenden ziyade bir lejyonerinkine benzerken işkence esnasında ailelerin geçim sıkıntılarını paylaşmaları, çocuğun okul masrafından yakınmaları mesleki yabancılaşmayı ürkütücü boyutlarıyla gözler önüne seriyor.

Gelincik TEM polislerini vahşileştirecek bir şiddet döngüsünü de ortaya koyuyor. Baskın sırasında patlayan bombalar politik art planından yalıtılıp bir bakıma yargısız infazların açıklaması haline geliyor. Yine de filmde karşımıza çıkan işkencecinin ipsiz sapsız Şefik (İnan Ulaş Torun) olması ve çerçeveli gözlüğü, temiz yüzüyle Hollywoodvari sapıkları andırması aile babalarını sadist olmaktan kurtarıyor (!) Ayrıca Ayhan’ın infazlardan önce alyansını çıkardığını belirtelim. Hani son derece naif bir katil! Bu aileye düşkünlük alametleri bir zafiyete dönüşerek “eve iş getirmenin sakıncaları” üzerinden bir mevzi savunmasına kayıyor ve böylece intikamın aile bağları öne çıkarılıyor. Gelinciğin eşinin intikamı için musallat olması, yine Ayhan’ın ailesiz kaldığının/kalacağının her karede hissedilmesi filmdeki öç çabasını siyasi argümanlardan sıyırıp duygusal bir alana hapsediyor. Yahut iki ayrı intikamdan bahsedebiliriz. Bunlardan ilki Ayhan’ın kabusunda ensesine dayalı silahla politik bir çerçevede gerçekleşiyor ve Ayhan tam da bu korkularından ötürü diğer intikama güdüleniyor. Silahının kayıp olması ise ilginç bir ayrıntı olarak değerlendirilebilir. Silahın yokluğu tekinsiz atmosferde “ölmemek için öldürmek” anlayışının her daim güncel kaldığını, düşman kim olursa olsun görevde sivilde fark etmeksizin artık bir yaşam savunmasına evrildiğini ortaya koyuyor. Kılıçla yaşayanın kılıçla ölmesi adetten!

Siyasal göndermeler

Orçun Benli görüldüğü gibi olmayan bir yönetmen. Hep Yek‘inden Gulyabani‘sine birçok ucuz film çekmiş. Ekmek parası diyebiliriz ama ilk filmi Bu Son Olsun da politize yönünü tam anlamıyla karşılamıyor. Benli “daha radikal” görüşlere sahip. Elbette (siyasal) filmlerinde slogan atmak yerine olgun öyküler anlatması olumlu bir özelliği. Gelincik’te de bu dengeyi tutturmuş, üstelik daha gerçekçi bir dil yakalamış. Ayhan adlı polis akıllara itiraflarıyla ünlü özel harekatçı Ayhan Çarkın‘ı getiriyor mesela. Bu isim bilinçli mi tercih edilmiş söylemek güç fakat yine Karadayı lakaplı bir polisin 90’larda işkenceci olduğu bilinirken aynı polisin Küçük Armutlu’da bir gecekondu baskınında Dilek Doğan‘ı öldürdüğü öne sürülmüştü. Öte yandan filmdeki baskın sahnesinde ölen militanın kanıyla duvara son sözünü “D.S.” yazması dönemin Devrimci Sol’una yönelik seri operasyonları hatırlatıyor. Filmde bir örgüt açıkça belirtilmese dahi kanla DS yazıldığında neyin kastedildiği anlaşılıyor. Aslında demeye çalıştığım tam olarak bu… Benli filminde duvara DS yazacak kadar politik fakat Hep Yek‘i yönetecek kadar da “sinemacı”. “Zaten sinema dediğimiz şey büyük ölçüde ticari bir faaliyet değil mi?” deyip geçelim bir kez daha.

Atmosfer yaratmada başarı ve uyumlu oyunculuklar

Gelincik’in başarısında atmosfer yaratımı ve sürenin ekonomi kullanımı rol oynuyor. Zaman zaman farklı türlere göz kırpan, örneğin ormanda var olduğuna inanılan hortlaklarla seyirciye “acaba iş doğaüstü bir noktaya mı gidecek” dedirten film sapmayarak, oyalanmayarak psikolojik gerilimin hakkını veriyor. Orman ise ara sıra “küçüklüğü” hatırlamak, ibret almak için bakılan ve ceset gömülen yer olmanın ötesinde bir örtü vazifesi görüyor. Ayhan’ı vicdanından, belleğinden ayırıyor. Elbette “ormanın bu bölgesine sadece ben gelirim” diyen Karadayı’yı da Ayhan’a yakınlaştırıyor. Bu derece işlevsel kılınmış bir doğal mekâna karşılık aynı özenin kişisel ayrıntılara yansıdığı söylenemez. Ayhan’ın Pontiac model arabaya binmesi, tanıdık tarzda döşenmiş kır evi ve oyuncak bebek kafaları gibi bazı klişeler Amerikan gerilim filmlerinin havasını estiriyor.

Ormandaki hesaplaşmanın tarafları Karadayı (solda, Ahmet Mümtaz Taylan) ve Ayhan (Kaan Yıldırım) bir av esnasında tanışıyorlar

Son olarak oyunculuklara değinmek istiyorum. Ahmet Mümtaz Taylan paslaşarak oynadığında, iyi pas alıp dağıttığında maksimum verim sağlayan bir oyuncu. Onu ikili atışmalarda keyifle izliyoruz. Diğer yandan ikili suskunluklarda da işinin ehli çünkü duruşu, bakışı ile hayli etkili oluyor. Sert yüzünü ses tonu ve yumuşak ifadeleriyle dengeleyebiliyor. Gelincik’te Daha filminde olduğu gibi bir hesaplaşmanın/restleşmenin tarafı, tavizsiz bir karakter ve yine babayı canlandırıyor. Kaan Yıldırım ise soğukkanlı katile pek bir şey katamamış görünüyor. O da uzun uzun bakıyor, tedirgin oluyor, diyalogu çok az (zaten karakteri de suskun)… Fakat bu travmalı rolü yeterince işlememiş gibi. Filmde diğer oyuncuların ise pek ağırlığı bulunmuyor. Hande Doğandemir ve Nilperi Şahinkaya aile kontenjanından serpiştirilmişler adeta… Oyunları bir karaktere, bir kimliğe erişmekten yoksun. Benzer şeyleri Kenan Komiseri canlandıran Bülent Emrah Parlak için de söyleyebiliriz.

Bir taraflaşma mekânı olarak “hepimizin ormanı”, gömenler ve gömülenler!

Toparlarsak Gelincik politik mesajının belirsizliğine rağmen kendini izleten ve bu yönüyle Benli’nin filmografisinden ayrılsa dahi aynı zamanda sinema tecrübesinden de izler taşıyan bir film. Kısa süresi, yormayan ancak sürprizlere zemin hazırlayan kurgusu ve etkileyici atmosferi ile dikkat çekiyor. 90’ların ölümcül vatanseverliğine içeriden, üniformasız kolluk gözünden bakmak da cabası. Yazıyı ilginç bir göndermeyle bitireceğim. Finale doğru bir sahnede TEM şefi “90’lara döndük” diyor. Bir çelişkiden ziyade ironik alabiliriz bu çıkışı. Gözümüzün içine baka baka dalga geçiyor! “90’lara döndük…” Mevcut siyasal atmosferimizi de özetliyor bu alaysı yakınma… Değil mi ki mevcudumuz kayıp hanesine yazılı bir anlamda ve hepimiz az çok o ormana gömülüyüz!

 Haydar Ali Albayrak

Reklam

Saçını Tarayanların Tarağı tarafından yayımlandı

Mahalle yanarken gözünü ekrandan, beyaz perdeden ayırmayanların sesi ve karbonmonoksit sinmiş soluğu... Televizyon, sinema, online platform... Gösteri dünyasının çeşitli mecralarında yayınlanan her türden film ve dizi hakkında eleştiri, inceleme... (Admin sinefil değildir)

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

%d blogcu bunu beğendi: