Maraş’ı ardı ardına vuran iki büyük deprem tarifsiz acılara ve korkunç bir yıkıma yol açtı. Maraş, Hatay, Adıyaman ve Malatya başta olmak üzere on şehri sarsan depremde bazı mahallelerin haritadaki yeri değişti, bazı sokaklar bazı caddeler ortadan kalktı. Her yandan acı fotoğraflar yağıyor. Gündemimiz acı, çektiğimiz acı. Kalbimiz katran. Bu fotoğraflar ama aynı zamanda bazıları ödüllü yazarların önüne de geliyor ve altlarına yazı yazmaları isteniyor. Acıyı tarif etmeleri, yıkımı anlatmaları. Arife tarif gerekir mi? Acının arifi olmuş bir toplum değil miyiz? Takvim yerine acı olaylar kullanan bir toplum… “Patlama ihtimalinden sonra depremden önce” diyebiliyoruz mesela yapıp ettiğimizi tarihe not düşerken.
Görsel yorumlanır, acı paylaşılır, diş çekilir
Bilmeyenler için “fotoğraf altı/yanı yazan edebiyatçılar” meselesini kısaca özetleyeyim. Depremin acısı henüz tazeyken Gazete Oksijen adlı haftalık yayın 10 Şubat tarihli sayısında kimi edebiyatçılara deprem fotoğrafı yorumlattı. “Ödüllü yazarlar” depremi yazdı. Gazetenin sosyal medya adresinden duyurusu şöyleydi: “Fotoğrafların dili yoktur, konuşmazlar. Ama istedik ki bu kez sesleri duyulsun. Sözü işin üstatlarına bıraktık. Depreme dair en çarpıcı kareleri Ayfer Tunç, Buket Uzuner, Tuna Kiremitçi, Aslı Perker, Nedim Gürsel, İsmail Güzelsoy ve Seray Şahiner kaleme aldı. Oksijen’de.”
İlk iki cümlesinde iyi niyetli başlayan ilan bir anda “işin üstatları”yla başka bir noktaya evrilmiş, karelerin çarpıcılığı üzerinden haber pazarlanmıştı. İsmi geçen edebiyatçılar da bu gösteriye ortak ve bilinçli bilinçsiz ticari/pazarlamacı bir dilin tarafı olmuşlardı. Sosyal medyada gazetenin hesabından yapılan paylaşım şüphesiz tepkileri de beraberinde getirdi ve adı geçen yazarlardan Aslı Perker, durumun vahametine vurgu yapan Mahir Ünsal Eriş’in eleştirisine bir tweet atarak şu yanıtı verdi: “Esas şu an sen zaten acılı bir güruhu yanına çekerek hiç risk almadan arkada Ferdi çaldırıyorsun.”
Ferdi göndermesi cevap verdiği Eriş’in Bangır Bangır Ferdi Çalıyor Evde… adlı eserine mi dönüktür bilinmez fakat Perker “acılı güruh” derken bir milleti işaret ediyor olmalı. Depremi yaşayan, yakınını kaybeden, kaybedenle kaybeden, acıda ortaklaşan, insanlık derdini paylaşan milyonlar… Perker’in Ferdi dinlediğini düşündüğü milyonlar… Acılı bir dil dendiğinde aklına arabesk gelen Perker gazetenin manşetine (Güzel Günlerde Tutar Gibi Tut Elimi Baba-Şebnem İşigüzel) taşıdığı ifadeye ne diyor acaba?… Arabeski nasıl tanımlıyor? Dilin kemiği yok ya bu satırları yazdıran nedir? Nasıl bir kibir bu derece karartır gözü?
Perker bir yana yazarlar içinde kabaca “kandırıldım” diyenler de vardı. İsmail Güzelsoy da onlardan biri. Yine Ayfer Tunç talebin “umut” olacağını sandığı için üzüntüsünü bildiriyor; Perker gibi güruh tanısı koymuyor, Ferdi konseri organize etmektense sorumluluğu üstleniyor fakat yine de yazarların nasıl “kandığını” anlamak güç.
Gazete Oksijen’i öne çıkarmayacağım. Maalesef yüz yıllık yayınlar ciddiyetleriyle çelişecek adımlar atıyor, clickbait habercilikle tık avına çıkıyor. Oksijen dünkü kâğıt, kusurun büyüğünü onda aramak yersiz belki de. Asıl ilgilendiğim şey bir yazarın depremden sonra nasıl fotoğraf altı yazabildiği, nasıl “acı yanı” yorumlayabildiği. İnsana dair tüm o ilkeleri, hataları, ısrarları unutup işin “teknik yönü” üzerine akıl yürütüyorum, anlamaya çalışıyorum. Bu yazarlar bu fotoğrafları nasıl paylaştılar aralarında? Gündem paylaşır gibi mi paylaştılar, yeteneklerine göre mi dağıldılar fotoğraflara? Yoksa gazetenin editörleri öneride mi bulundu? “Buyurun bu tam sizin kaleminize mi göre” dedi. Ne oldu ne bitti? Bu çılgınlığı daha fazla düşünmek istemiyorum doğrusu. Sadece şunu belirtmeli: Bir yayın bu türden bir fikir geliştirebilir, ticari bir dille bunu satmaya çalışabilir. Acıları satmak bir alışveriştir ve Perker’in bakışıyla asıl arabesk de budur zaten. Buraya kadar tamam; acının ülkede pazarlanması ilk değil, büyük acılar ilk defa ranta açılmıyor, duygular ilk defa yağmalanmıyor fakat bir yazar, yazar ahlakı taşıyan bir kimse metalaşacağını bile bile nasıl bu kadar serinkanlı yazar. Duyguların bu tür kriz anlarında paylaşımının ticari bir tarafa kayabileceğini hiç mi hesap etmez? Acıyı açıklamanın, usta yazarlıkla ifade etmenin zamanı mıdır? Acı böyle mi hazmedilir?
Acının hazmına dönük telaş ve normale dönme takıntısı
Acının nasıl hazmedileceğine dair nice yorum getirilebilir. Esas mesele bu hazmı kolaylaştırma çabasının gözlerden hiç saklanmaması, esas mesele bu arsızlık hâli. Pandemiyle birlikte “nasıl normale döneriz” sorusuyla o kadar cebelleştik ki felaketler, olumsuz durumlar karşısında aklımızın tereddütsüz normale kayacağı çiğ tepkiler verebiliyoruz. Üstelik bu durum refleks falan değil arka planda sürekli çalışan “benim canım yanmasın da” bencilliğinin eseri. Zaten “hazmetmek zorunda oluşumuz” fikri Gazete Oksijen’e şovu devam ettiriyor ve “hayat devam etmeli” fikri hızlıca “şov devam etmeli”ye; “ne zaman normale döneriz” sorusu ise “zaten normaldeyiz, başım sağ” duygusuna ulanıyor. Oksijen, eli hâlâ kalem tutan yazarlarını bir acil müdahale için okurlarının ruhları başına gönderirken şu başlığı tercih ediyor: “Yaralı ruhlarımıza pansuman niyetine”. Aslı Perker kitapları, Mehmet Dinler filmleri, Selim Karakaya ise podcast yayınları önermiş. Aslı Perker’in yazısı şöyle tanıtılıyor:
“Şimdi artık kendinizi iyileştirmeye odaklanın, birinci kural hislerinizi kabul edin, ikincisi bu travmatik olayı takıntılı bir şekilde kendinize yeniden yaşatmayın iki günlük bir ruh hâlinin ardından kendimi tekrar işe verdim, sizlere kitaplar seçtim.”

Bu satırlar Perker’in yanı sıra yayını da bağlar nitelikte. Bu satırlar bize Oksijen’in yıkılan bölgeye zaten ilgisiz olduğunu, İstanbul başta olmak üzere büyük batı şehirlerine hitap ettiğini ortaya koyuyor. Aksi takdirde “iki günlük ruh hâli yetti” anlamına gelen satırları basması mümkün değil. Vicdanı geçtim akla sığmayan bir yaklaşım söz konusu. İnsanlar enkaz altında, yakınları perişan, sevdikleri haber bekliyor. Olağanüstü koşullar hâkim ve Perker iki gün sonra işine dönüyor. Bazı mesleklerde acıya hak varsa bile zaman yoktur. Örneğin acil müdahalede bulunan her meslek grubundan ekipler için yahut gazeteciler için acı, bastırılmak, ertelenmek durumundadır ama acil ve hayati hiçbir işi olmayan bir yazar bu tür süslü ifadeleri iki gün bekleyip sıralamak zorunda değildir. Hiçbir okur da böylesi bir yok saymaya böylesi bir iyileşmeye maruz kalmak zorunda değildir. Okurlar bu tedaviyi reddedebilir.
Peki, “Asla pes etme” temalı filmlere ne demeli! Hayata yeniden tutunmak için film izlemenin zamanı mı? Sanatı sorgusuz sualsiz acının hazmedilmesine araç kılanlar; eserin, o hazmın en olgun ürünü olabileceğini aklına getirmeyenler başkalarının acılarından bunaldıklarında yaşadıkları sıkıntıyı “aşılması gereken bir evre” sayıp “hazım” biçiminde nitelendirebilirler. Ancak bir adım geriye çekilip sakinleşmeleri, bu aceleci tavrın ardında acıyı hazmetmekten ziyade “kendi normallerini dayatma”nın yattığını hatırlamaları, bizden önce kendilerini kandırmamaları için elzemdir.
Bardak altından enkaz altına, her yarayı saran aforizmalar
Gazete Oksijen vakası ve Aslı Perker’in her koşulda “kendini esirgeyen”, kendisini “uğruna savaş verilecek” tek mevzi sayan ilkel tutumu tartışılabilir, meseleler kişiselleştirilebilir, kurumlardan beklenen özürler “isteneni söyletme” isterisine varabilir. Bunlar olmamalı. Perker ya da başkaları, depremde “vicdanı hatalılar” defterine yazılmamalı. Vicdan yarıştırmak, iyilikte yarışmak, “kötülükle” yaftalamak yersiz. Zira adı geçen kişi ve mecraların sistematik bir bozulmanın, örgütlü bir çürümenin ürünü olduğunu unutmamalıyız. Her duyguya reçete yazan, ucuz laf oyunlarını nimetten sayan, habire ödüllü, usta kalemler pazarlayan gösterişçi, ticari anlayış; yazma eyleminin insana değen, değmesi beklenen niteliklerini hepten aşındırdı ve topluma tutunan, toplumla doğrulan edebiyatçının toprağı kaydı. Bu erozyon kof bir tarifçilik, yorumculuk ve üstatlık getirdi.
Aforizmalarla yazmaya alıştırılan yazarlar, bardak altlarında aforizma okumaya alıştırılan okurlara servis yapmakla yükümlü garsonlara dönüştürüldü. Edebiyat Amerikan servislerin, hazmı kolaylaştıran sodaların konusu hâline geldi. Edebiyat yerine “konulu Amerikan servisler”, acılı fotoromanlar var artık ve bardak altları, fincanlar, bez çantalardan sonra sıra enkazlara kadar geldi. Edebiyatı popülist bir damardan pompalayarak yazar kasalarına yönlendiren esnaflar, şiirin ve insanın sokaklarını göçürenler tag açıp yazabilir şimdi: #edebiyatenkazda
Haydar Ali Albayrak