WordPress.com ile böyle bir site tasarlayın
Başlayın

Bardak Altından Enkaz Altına Hem Ticaret Hem Vahamet!

Maraş’ı ardı ardına vuran iki büyük deprem tarifsiz acılara ve korkunç bir yıkıma yol açtı. Maraş, Hatay, Adıyaman ve Malatya başta olmak üzere on şehri sarsan depremde bazı mahallelerin haritadaki yeri değişti, bazı sokaklar bazı caddeler ortadan kalktı. Her yandan acı fotoğraflar yağıyor. Gündemimiz acı, çektiğimiz acı. Kalbimiz katran. Bu fotoğraflar ama aynı zamanda bazıları ödüllü yazarların önüne de geliyor ve altlarına yazı yazmaları isteniyor. Acıyı tarif etmeleri, yıkımı anlatmaları. Arife tarif gerekir mi? Acının arifi olmuş bir toplum değil miyiz? Takvim yerine acı olaylar kullanan bir toplum… “Patlama ihtimalinden sonra depremden önce” diyebiliyoruz mesela yapıp ettiğimizi tarihe not düşerken.

Görsel yorumlanır, acı paylaşılır, diş çekilir

Bilmeyenler için “fotoğraf altı/yanı yazan edebiyatçılar” meselesini kısaca özetleyeyim. Depremin acısı henüz tazeyken Gazete Oksijen adlı haftalık yayın 10 Şubat tarihli sayısında kimi edebiyatçılara deprem fotoğrafı yorumlattı. “Ödüllü yazarlar” depremi yazdı. Gazetenin sosyal medya adresinden duyurusu şöyleydi: “Fotoğrafların dili yoktur, konuşmazlar. Ama istedik ki bu kez sesleri duyulsun. Sözü işin üstatlarına bıraktık. Depreme dair en çarpıcı kareleri Ayfer Tunç, Buket Uzuner, Tuna Kiremitçi, Aslı Perker, Nedim Gürsel, İsmail Güzelsoy ve Seray Şahiner kaleme aldı. Oksijen’de.”

İlk iki cümlesinde iyi niyetli başlayan ilan bir anda “işin üstatları”yla başka bir noktaya evrilmiş, karelerin çarpıcılığı üzerinden haber pazarlanmıştı. İsmi geçen edebiyatçılar da bu gösteriye ortak ve bilinçli bilinçsiz ticari/pazarlamacı bir dilin tarafı olmuşlardı. Sosyal medyada gazetenin hesabından yapılan paylaşım şüphesiz tepkileri de beraberinde getirdi ve adı geçen yazarlardan Aslı Perker, durumun vahametine vurgu yapan Mahir Ünsal Eriş’in eleştirisine bir tweet atarak şu yanıtı verdi: “Esas şu an sen zaten acılı bir güruhu yanına çekerek hiç risk almadan arkada Ferdi çaldırıyorsun.”

Ferdi göndermesi cevap verdiği Eriş’in Bangır Bangır Ferdi Çalıyor Evde… adlı eserine mi dönüktür bilinmez fakat Perker “acılı güruh” derken bir milleti işaret ediyor olmalı. Depremi yaşayan, yakınını kaybeden, kaybedenle kaybeden, acıda ortaklaşan, insanlık derdini paylaşan milyonlar… Perker’in Ferdi dinlediğini düşündüğü milyonlar… Acılı bir dil dendiğinde aklına arabesk gelen Perker gazetenin manşetine (Güzel Günlerde Tutar Gibi Tut Elimi Baba-Şebnem İşigüzel) taşıdığı ifadeye ne diyor acaba?… Arabeski nasıl tanımlıyor? Dilin kemiği yok ya bu satırları yazdıran nedir? Nasıl bir kibir bu derece karartır gözü?

Perker bir yana yazarlar içinde kabaca “kandırıldım” diyenler de vardı. İsmail Güzelsoy da onlardan biri. Yine Ayfer Tunç talebin “umut” olacağını sandığı için üzüntüsünü bildiriyor; Perker gibi güruh tanısı koymuyor, Ferdi konseri organize etmektense sorumluluğu üstleniyor fakat yine de yazarların nasıl “kandığını” anlamak güç.

Gazete Oksijen’i öne çıkarmayacağım. Maalesef yüz yıllık yayınlar ciddiyetleriyle çelişecek adımlar atıyor, clickbait habercilikle tık avına çıkıyor. Oksijen dünkü kâğıt, kusurun büyüğünü onda aramak yersiz belki de. Asıl ilgilendiğim şey bir yazarın depremden sonra nasıl fotoğraf altı yazabildiği, nasıl “acı yanı” yorumlayabildiği. İnsana dair tüm o ilkeleri, hataları, ısrarları unutup işin “teknik yönü” üzerine akıl yürütüyorum, anlamaya çalışıyorum. Bu yazarlar bu fotoğrafları nasıl paylaştılar aralarında? Gündem paylaşır gibi mi paylaştılar, yeteneklerine göre mi dağıldılar fotoğraflara? Yoksa gazetenin editörleri öneride mi  bulundu? “Buyurun bu tam sizin kaleminize mi göre” dedi. Ne oldu ne bitti? Bu çılgınlığı daha fazla düşünmek istemiyorum doğrusu. Sadece şunu belirtmeli: Bir yayın bu türden bir fikir geliştirebilir, ticari bir dille bunu satmaya çalışabilir. Acıları satmak bir alışveriştir ve Perker’in bakışıyla asıl arabesk de budur zaten. Buraya kadar tamam; acının ülkede pazarlanması ilk değil, büyük acılar ilk defa ranta açılmıyor, duygular ilk defa yağmalanmıyor fakat bir yazar, yazar ahlakı taşıyan bir kimse metalaşacağını bile bile nasıl bu kadar serinkanlı yazar. Duyguların bu tür kriz anlarında paylaşımının ticari bir tarafa kayabileceğini hiç mi hesap etmez? Acıyı açıklamanın, usta yazarlıkla ifade etmenin zamanı mıdır? Acı böyle mi hazmedilir?

Acının hazmına dönük telaş ve normale dönme takıntısı

Acının nasıl hazmedileceğine dair nice yorum getirilebilir. Esas mesele bu hazmı kolaylaştırma çabasının gözlerden hiç saklanmaması, esas mesele bu arsızlık hâli. Pandemiyle birlikte “nasıl normale döneriz” sorusuyla o kadar cebelleştik ki felaketler, olumsuz durumlar karşısında aklımızın tereddütsüz normale kayacağı çiğ tepkiler verebiliyoruz. Üstelik bu durum refleks falan değil arka planda sürekli çalışan “benim canım yanmasın da” bencilliğinin eseri. Zaten “hazmetmek zorunda oluşumuz” fikri Gazete Oksijen’e şovu devam ettiriyor ve “hayat devam etmeli” fikri hızlıca “şov devam etmeli”ye; “ne zaman normale döneriz” sorusu ise “zaten normaldeyiz, başım sağ” duygusuna ulanıyor. Oksijen, eli hâlâ kalem tutan yazarlarını bir acil müdahale için okurlarının ruhları başına gönderirken şu başlığı tercih ediyor: “Yaralı ruhlarımıza pansuman niyetine”. Aslı Perker kitapları, Mehmet Dinler filmleri, Selim Karakaya ise podcast yayınları önermiş. Aslı Perker’in yazısı şöyle tanıtılıyor:

“Şimdi artık kendinizi iyileştirmeye odaklanın, birinci kural hislerinizi kabul edin, ikincisi bu travmatik olayı takıntılı bir şekilde kendinize yeniden yaşatmayın iki günlük bir ruh hâlinin ardından kendimi tekrar işe verdim, sizlere kitaplar seçtim.”

Bu satırlar Perker’in yanı sıra yayını da bağlar nitelikte. Bu satırlar bize Oksijen’in yıkılan bölgeye zaten ilgisiz olduğunu, İstanbul başta olmak üzere büyük batı şehirlerine hitap ettiğini ortaya koyuyor. Aksi takdirde “iki günlük ruh hâli yetti” anlamına gelen satırları basması mümkün değil. Vicdanı geçtim akla sığmayan bir yaklaşım söz konusu. İnsanlar enkaz altında, yakınları perişan, sevdikleri haber bekliyor. Olağanüstü koşullar hâkim ve Perker iki gün sonra işine dönüyor. Bazı mesleklerde acıya hak varsa bile zaman yoktur. Örneğin acil müdahalede bulunan her meslek grubundan ekipler için yahut gazeteciler için acı, bastırılmak, ertelenmek durumundadır ama acil ve hayati hiçbir işi olmayan bir yazar bu tür süslü ifadeleri iki gün bekleyip sıralamak zorunda değildir. Hiçbir okur da böylesi bir yok saymaya böylesi bir iyileşmeye maruz kalmak zorunda değildir. Okurlar bu tedaviyi reddedebilir. 

Peki, “Asla pes etme” temalı filmlere ne demeli! Hayata yeniden tutunmak için film izlemenin zamanı mı? Sanatı sorgusuz sualsiz acının hazmedilmesine araç kılanlar; eserin, o hazmın en olgun ürünü olabileceğini aklına getirmeyenler başkalarının acılarından bunaldıklarında yaşadıkları sıkıntıyı “aşılması gereken bir evre” sayıp “hazım” biçiminde nitelendirebilirler. Ancak bir adım geriye çekilip sakinleşmeleri, bu aceleci tavrın ardında acıyı hazmetmekten ziyade “kendi normallerini dayatma”nın yattığını hatırlamaları, bizden önce kendilerini kandırmamaları için elzemdir.

Bardak altından enkaz altına, her yarayı saran aforizmalar

Gazete Oksijen vakası ve Aslı Perker’in her koşulda “kendini esirgeyen”, kendisini “uğruna savaş verilecek” tek mevzi sayan ilkel tutumu tartışılabilir, meseleler kişiselleştirilebilir, kurumlardan beklenen özürler “isteneni söyletme” isterisine varabilir. Bunlar olmamalı. Perker ya da başkaları, depremde “vicdanı hatalılar” defterine yazılmamalı. Vicdan yarıştırmak, iyilikte yarışmak, “kötülükle” yaftalamak yersiz. Zira adı geçen kişi ve mecraların sistematik bir bozulmanın, örgütlü bir çürümenin ürünü olduğunu unutmamalıyız. Her duyguya reçete yazan, ucuz laf oyunlarını nimetten sayan, habire ödüllü, usta kalemler pazarlayan gösterişçi, ticari anlayış; yazma eyleminin insana değen, değmesi beklenen niteliklerini hepten aşındırdı ve topluma tutunan, toplumla doğrulan edebiyatçının toprağı kaydı. Bu erozyon kof bir tarifçilik, yorumculuk ve üstatlık getirdi.

Aforizmalarla yazmaya alıştırılan yazarlar, bardak altlarında aforizma okumaya alıştırılan okurlara servis yapmakla yükümlü garsonlara dönüştürüldü. Edebiyat Amerikan servislerin, hazmı kolaylaştıran sodaların konusu hâline geldi. Edebiyat yerine “konulu Amerikan servisler”, acılı fotoromanlar var artık ve bardak altları, fincanlar, bez çantalardan sonra sıra enkazlara kadar geldi. Edebiyatı popülist bir damardan pompalayarak yazar kasalarına yönlendiren esnaflar, şiirin ve insanın sokaklarını göçürenler tag açıp yazabilir şimdi: #edebiyatenkazda

Haydar Ali Albayrak

Reklam

Muhabire Tokat Olayı ve İnsan Biraz Kendini Bilmeli Mi?


Ağır bir yoksullukla boğuşurken, bir malın fiyat etiketini iki hafta üst üste aynı göremez, bir hizmeti belli bir süre dahi aynı bedelle alamazken bir yandan da mahsur kaldığımız, kirası ve tüm değer yargıları sudan ucuz bir çürümenin tablolarıyla karşılaşıyoruz. İşte güncel bir örnek! Bir yayın sırasında Habertürk Ankara temsilcisi Muharrem Sarıkaya basın emekçisi Ahmet Demir’e tokat atıp halimizi en yalın biçimiyle ortaya koydu. Yüzümüze yüzümüze vurdu kiri! Hani takke düştü kel görünmedi belki ama birileri kelinde trampet çalmaya başladı! Gaziantep belediye başkanı Fatma Şahin (Sarıkaya’nın konuğu) olan biteni seyrederken -haber diliyle söylersek- kısa bir şaşkınlığın ardından programın sürmesi en az tokat kadar tepki topladı. Bu, Şahin’in ilk gafı değil, kuvvetle muhtemel sonuncusu da olmayacak fakat sorun zaten gaf sorunu değil. Bu eylem ve eylemsizliğe gaf hatta gaflet demek yetersiz kalır, örgütlü bir çürüme söz konusu. Sağdan başlayıp sola bulaşan, toplumun neredeyse tüm sosyal varlığına sirayet etmiş bir çürüme bu ve “azıcık aşım kaygısız başım” düsturundan, “köprüyü geçene kadar ayıya dayı deme” inceliğinden tutun da “ateşi yalnız kendi önüne çekme” kaygısına değin körlerle sağırların birbirini ağırladığı, dövüşleri danışıklı çürük bir düzen bu… Üstelik girişte değindiğim yoksullaşma süreci de tam anlamıyla bu çürümenin sonucu…

Gaziantep Belediye Başkanı AKP’li Fatma Şahin‘in emekçiye tokat atıldığı esnada ve devamında hiçbir şey olmamışçasına yayına devam etmesi tepki topladı

Nilgün Belgün ve bir kralcının gözyaşları

Peki, bir sepette tüm meyveler çürüdüyse ne olur? Herkes çürümeyen yanını dönmez mi? Yükselen kokuya karşın el birliğiyle “iyi görüntü” verilmez mi? Bazen bir toplum tepeden tırnağa girişir bu mücadeleye… Tencere dibin kara seninki benden kara hikayesi… Şimdi bazı sesler çıkıyor Sarıkaya’nın tokadı sonrası…

Mesela Nilgün Belgün şöyle bir tweet attı: “40 yıllık oyuncuyum karşımdaki insan bu hareketleri  yaparken bir şey olmamış gibi bu kadar rahat konuşmama devam edemezdim

Dostlar muhalefette görsün! Ya da ey çürüme sen nelere kadirsin! Nilgün Belgün Fatma Şahin’in tepkisizliğine bozulmuş, tepkisini dile getiriyor. Belki samimidir, samimiyetini ölçmek bana düşmez ya iki noktaya değinmek ve somut durumun somut tahlilini yapmak isabet olacak. Birincisi, Şahin’in sessizliği sınıfsal bir meseledir ve bu yönüyle mevcut siyasi iktidarı da aşar. Şahin atılan tokadı AKP’li kimliğinden öte sınıfının temsilcisi olarak anlamlandırmaktadır. Burjuvazi için güç araçları değişse ve kırbaçtan üniformaya, manyetodan copa tokada geniş bir yelpazede belirse bile aslolan emeğini satan kesime “bir program dahilinde” iş yaptırmaktır. Şahin’in yerinde kodaman bir CHP’li olsa emin olun o da sessiz kalacaktı. Kısacası sömürü must go on! 

Nilgün Hanım siz epey yaş aldınız, hep 19 kalan ise desteklediğiniz siyasi partinin dövülerek katledilişini örtbas ettiği Ali İsmail Korkmaz!

Diğer yandan elbette hükümetin ahlaki değerlerde yarattığı erozyonla ilişkili bu hareket. AKP iktidarı serbest piyasa koşulları ile küçük esnaf hımbıllığını sentezleyerek güçlünün güçsüzü ezişini siyasi varlığının vazgeçilmez argümanı kıldı ve hakkın sahibi olarak her daim elinde sopa tutana işaret etti. Dolayısıyla bu tokadın etkisi Uğur Dündar’ın seneler evvel bir röportaj esnasında kendisine yönelen adamı mikrofonuyla darp etmesine benzemiyor. Çünkü Sarıkaya “emrinde” çalışanı dövüyor, bunu kendine hak görüyor. O basın emekçisi aynı zamanda sömürülen meslek liseli, sabah gün doğmadan evden çıkıp gün batmadan eve girmeyen ücretli çalışan, üniversite mezunu işsiz. O emekçi biziz, tokat da hepimize atıldı.. Tam da bu sebeple ortada bir “oyunculuk başarısı” değil, sınıfsal bir reaksiyon ve onaylama hali var. 

İkincisi, Nilgün Belgün de iktidarın onaycılarından… 2019’da, hatırlayacaksınız, Cumhurbaşkanlığı adına hazırlanan klipte Dünya Tiyatrolar Günü kutlandı ancak daha sonra klipte boy gösteren birçok isim etkinliğin Belgün tarafından organize edildiğini açıklayıp kendilerine klibin hangi kurum adına çekildiğinin bildirilmediğinden yakındılar. İktidarın propaganda aracı haline gelmek istemediler, dahası oyuna getirildiklerini söylediler. Nilgün Belgün ise bu itibar koruma hamlesine derhal karşı çıkarak “bilmiyorduk” açıklamalarını mahalle baskısına dayandırdı. Mahalle baskısı, evet… Şu meşhur “kültürde iktidar sola ve seküler cenaha ait” şehir efsanesinin billurlaştığı söylem! Belgün şüphesiz haklıydı, açıklama yapanların mahallelerine seslendikleri ortadaydı fakat kendisi de durumdan vazife çıkarmış, Sarayın menajerliğine ve onaycıbaşılığına soyunmuştu. Mühür değil ama yorum ondaydı!

Nilgün Belgün tam olarak budur aslında, oyuncudan ziyade yorumcu, kraldan çok kralcı… Şimdi de kendince pozisyonu yorumluyor! 

Vuslateri tipi muhalefet: Ünlüler-Gönüllüler

Gelelim bir başka ilginç tepkiye. Gonca Vuslateri bu sefer… O da tweet atarak açmış ağzını yummuş gözünü. Vuslateri üstelik internet dünyasında bağırmak anlamında gelen büyük harfler kullanmış.

Şöyle diyor: “Bu nasıl bir terbiyesizlik. NE OLUYOR BU ÜLKEYE BE! BİZİ SİZ Mİ DELİRTECEKSİNİZ? NE SANIYORSUNUZ KENDİNİZİ.. GEL Bİ BANA TOKAT AT BAKAYIM SENİ NE YAPIYORUM

Oysa aynı Vuslateri 2013’te yine tweet atıp kapıcıları aşağılamıştı. Hatırlayan çıkacaktır, “arkadaşınızı kapıcıya bile yakıştırırsınız” tarzında bir ifadeydi. Oyuncunun kompleksinden kurtulamadığı anlaşılıyor. Zira “gel bana bir tokat at, bak ne yapıyorum” ifadesini de kendini ezilen kesimlerle bir tutmayışına ve konumuna bir çeşit ayrılık atfedişine yormak mümkün… Vuslateri o emekçinin “yerinde” olsaydı büyük ihtimalle sessiz kalacaktı. Buradaki “yeri” meselesi oldukça önemli ve tokat atan-atılan düzleminin basit (ilk) anlamını aşarak bir davranış bozukluğundan ziyade sistematik bir sömürüye hizmet ettiğini gösteriyor. Yukarıdan konuşanların aşağıdakinin, ezilenin yerine geçme hevesi “ah bana vuracaktı ki“, “hele şunu yapacaktı ki” (bknz tutmayın küçük enişteyi) vb. kof nidalarında ve günümüz tabiriyle klavye kahramanlığında sezilmekte. Soralım öyleyse: “Sıkıysa bana at o tokadı” ifadesi dayanışma niyeti mi taşımaktadır yoksa emekçiye bir kez daha vurmak anlamına mı gelir? Lafla dayanışma gemisi yürür mü? Evvela “aynı gemide olmak” gerekmez mi? 

Vuslateri tarzı muhalefet Acun Ilıcalı‘nın Survivor yarışmasında karşımıza çıkan ünlüler-gönülüler ayrımına benziyor. Ünlü kişi alçak gönüllülük sergileyip gönüllü’lerin sorunlarını paylaşmaya çalışıyor. Anlaşılan Vuslateri gündelik hayatta, gerçek hayat’ta emekçileri aşağılarken, bir anlamda davul bile dengi dengine’yi şiar edinmişken kamuoyunun dikkatini çeken olağanüstü durumlarda “ah ben olacaktım ki” pozları kesiyor. Ne denir?

Vuslateri’nin kapıcılığı aşağıladığı tweet 2013 Ocak’ından…

* * 

Şimdi haklı olarak şunu sorabilirsiniz: İnsan değişemez mi? Hem değişmese (istediğimiz kıvama gelmese) bile olumsuz bulduğu bir olaya tepki veremez mi? Dört dörtlük mü olmalı görüş bildirmek için? Diyalektiği inkar edecek değiliz ya! İnsan değişebilir, yahut değişmese de herhangi bir meseleye eleştiri getirebilir, ondan ehliyet ruhsat istenmez ancak tüm bu özgürlük ve ferahlık hali “kendini bilme” pratiğini boşa düşürmez. İnsan biraz da kendini bilmeli, öyle değil mi?

Haydar Ali Albayrak

Sizi Kahkahalara Boğacak Liste: 2021’in En İyi Platform Güldürüleri!

Öncelikle kestane balının diyarı Zonguldak’tan selamlar!” Son dönemde en çok duyduğumuz geyik giriş cümlesi bu olsa gerek… Bir kaçma-kaçırılma programına telefonla bağlanan bir abi sarf etmişti. Daha sonra amacının dikkat çekmek olduğunu söylemiş ya bu kadarını beklemiyormuş doğrusu. Biz ilginin de fazlasını veririz anacığım, sen dert etme!

Böyle girip siz okurları neşelendirmek istedim, zira benim için biraz buruk bir yazı olacak. “Liste yazarlığı”na ilkesel gerekçelerle karşı çıkan biri olarak bir listeyle gelmem hiç değilse kendi adıma üzücü… Doğrusu liste yazarlığına karşı hislerim değişmedi. Liste yapmanın, liste yaparak okunmaya çalışmanın yazarlıkta yetersizlik belirtisi olduğunu düşünüyorum hâlâ. 

Liste hazırlayan yazarlar şüphesiz tecrübenin altını doldurmaya çalışıyorlar. Seyirciden (çoğunluğundan) önce izleyip yazıyorlar ve en niteliklisinden en pespayesine günün sonunda yaptıkları işle ancak “ucuz” bir noktada duruyorlar.

Ben de “bu yazımın ucuz olmasından dolayı burukluk yaşıyorum, tükürüğümü yaladığım için üzgünüm” deyip geçeyim listeme. İşte karşınızda 2021’in platform güldürüleri!

10. Adım Başı Kafe – Exxen

Adım Başı Kafe

Aynı adı taşıyan bir kafeden esinlenmiş Adım Başı Kafe mahalle samimiyeti uzmanı Selçuk Aydemir tarafından yönetilirken yönetmenin son yıllardaki başarısızlığına da tüy dikiyor desek yeri. 

Dizi Üsküdar’ın laik coğrafyası Selimiye’de geçmekte ve hayattan istediğini alamamış üç arkadaşın “kafe açma” fikrinden yola çıkılmış. İş dünyasından sıkılmış beyaz yakalıların veya üniversite mezunu işsizlerin borç harç kafe açıp batırdıkları günümüzde ayakta kalma çabasını işliyor. 

Ancak güldürümüzdeki konu kısırlığına iyi bir örnek olmaktan öte özü sözü, cismi, şusu busu hemen hiçbir şeyi şirin olmayan bir dizi Adım Başı Kafe… Ne demiştik? Adım Başı Kafe, kelle başı dizi! https://www.gazeteduvar.com.tr/adim-basi-kafe-adim-basi-dizi-haber-1530069

Yazan: Ebru Aydemir ve Erdal Şahin

Yöneten: Selçuk Aydemir

Oynayanlar: Zeynep Çamcı, Emrah Kaman, Burak Serdar Şanal, Burak Satıbol, Şenay Gürler

10 Bölüm – Bölümler ortalama 25-30 dakika

9. Acans – BluTV

Acans

Ofis komedileri “off-com” gibi bir kısaltma taşıyor mu bilmiyorum ancak sitcomların vazgeçilmezi olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Zaten sitcom dediğimiz şey ya ailede ya arkadaşlar arasında, olmadı iş yerinde geçer. Belki biraz da mahalle, apartman, ikiz villa falan… 

Örneğin başarılı sitcom’larımızdan Avrupa Yakası aileyi, iş arkadaşlığını sentezliyor, mekânlarını ise görece zengin tutup, ofis-apartman hattında belirliyordu.

Avrupa Yakası: Ben ne alaka?

Demem o ki bizde Acans’ın birkaç gömlek iyisi, yıllar önce çekildi. Öyleyse bu çaba neden? Tek mekânda iş yapmanın maliyeti düşünüldüğünde sorumuzun cevabını alıyoruz. “Eh, bari öykü iyi olaydı” diyoruz. Ne çare! Öykü zayıf, tipler sıradan ve günün sonunda Acans fıkrasına gülünmeyen Hasan Mezarcı… Maalesef… https://sacinitarayanlarintaragi.home.blog/2021/03/22/acans-macans-geciniz-bu-isleri/

Yazan: Ayberk Çınar

Yöneten: Ali Yorgancıoğlu ve Can Yücel

Oynayanlar: Algı Eke, Bülent Emrah Parlak, Derya Alabora, Birkan Akyol, Melisa Berberoğlu, Can Sertaç Adalıer

10 Bölüm – Bölümler ortalama 25 dakika

8. Bir Yeraltı Sitcom’u – Exxen

Bir Yeraltı Sitcomu

BKM çıkışlı komedyen Hasan Can Kaya Konuşanlar adlı gösterisi parlayınca bir anda aranan isim haline geldi. Kaya da “fırsat bu fırsat” diyerek düşük bütçeli bir yapımda rol almış ve şöhretini yitirmeden kalıcı olmaya çalışmış belli ki. 

Komedyenin özel hayatını matrak ve kurgusal bir dille anlatan dizi çok güldürmeyen hatta bazen (özellikle son bölümde) duygulandıran yönüyle yeraltı ibaresinin de hakkını vermekte… 

Fakir edebiyatı yapan, seyirciyi zaman zaman klişe bombardımanına tutup, tip dahi olamamış tipleriyle ayakları yerden kesik bir öykü anlatan bir dizi Yeraltı Sitcom’u…

Açıkçası Yeraltı Sitcomu’na özel bir teşekkür borçluyum! “Başarısızlık” vurgusu ve ailede çekilen ruhsal eziyet bakımından aldığım ilhamla başarısız bir eleştirmenin hayatını anlatan “Hay(ırdır gardaş ne baktın bu ka)dar” adlı bir dizi senaryosu yazdım. Bu vesileyle yapımcılara sesleneyim: Ben yazdım diye demiyorum he, gayet güzel senaryo! https://sacinitarayanlarintaragi.home.blog/2021/05/13/ilginc-bazi-olaylar-ve-bir-yeralti-sit-comu-kendin-olma-baskasi-ol-boyle-cok-fena-sikicisin/

Yazan: Hasan Can Kaya

Yöneten: Nezih Helvacıoğlu ve Sultan San

Oynayanlar: Hasan Can Kaya, Günay Karacaoğlu, Tuna Orhan, Ezgi Gör

9 Bölüm – Bölümler ortalama 20 dakika

7. İBO: İlginç Bazı Olaylar – Exxen

İlginç Bazı Olaylar

İbrahim Büyükak oyuncu olmasa nasıl bir hayat sürerdi” şeklinde bir soruya yanıt arayan, normal şartlarda bizi hiç mi hiç ırgalamazken son dönemin “kendini anlatma” temalı minimalist üslubuna cuk oturan dizisi İBO büyük ölçüde Bursa’da geçiyor.

İbrahim bir yandan ailesi, arkadaşları ve eski nişanlısıyla baş etmeye çalışırken bir yandan yazar olmanın hayalini kuruyor. Dizi de onun hayata tutunma öyküsünü konu almakta… İBO, senaryoma esin veren bir diğer yapım… https://sacinitarayanlarintaragi.home.blog/2021/05/13/ilginc-bazi-olaylar-ve-bir-yeralti-sit-comu-kendin-olma-baskasi-ol-boyle-cok-fena-sikicisin/

Yazan ve yöneten: İbrahim Büyükak

Oynayanlar: İbrahim Büyükak, Cemre Ebuziyya, İdil Sivritepe, Zafer Algöz, Özgür Emre Yıldırım, Füsun Demirel, Meral Çetinkaya

10 Bölüm – Bölümler ortalama 35-40 dakika

6. Doğu – BluTV

Doğu

Komedyen Doğu Demirkol‘un “hayata tutunma” çabasını izlediğimiz dizi… Evet… Gerçekten artık yazarken dahi sıkılıyorum. Bir komedyen de hayata tutunuvermesin yahu! Bir komedyen de “ağlayan palyaço” olsun mesela! Ne bileyim yeni açılan bir kasap dükkânı önünde broşür falan dağıtsın… Nedir bu tutunma hevesi! Hem hangimiz tutunabiliyoruz? 

Doğu, Demirkol’un Tutunamayanlar dizisinde canlandırdığı karakterin gerçek yaşamından esintiler taşıdığını da gösteriyor bize. Ama bu kadar yani… Fazlasını beklemeyin. Başarısız bir komedyen, daha doğrusu “yırtmaya çalışan” bir komedyen… Üniversite nanay, eski sevgilisi artık hoca olmuş dersine giriyor, o derece.

İnançsız baba, dini vecibelerini yerine getiren anne… Bir kültür çatışması bu ve çatışmadan sağ çıkmaya çalışan, iğneleyici sözler yağmuru altında sürünerek odasına, yatağına ulaşmaya çalışan bir Doğu… Anlayacağınız sadece Garp değil, Şark cephesinde de yeni bir şey yok! https://sacinitarayanlarintaragi.home.blog/2021/04/13/orta-sinif-guldurulerinin-dogusu/

Yazan: Doğu Demirkol ve Murat Özsoy

Yöneten: Murat Ağuş

Oynayanlar: Doğu Demirkol, Evliya Aykan, Ege Kökenli, Kubilay Tuncer, Banu Fotocan, Burcu Kotil

8 Bölüm – Bölümler ortalama 30 dakika

5. Bonkis – BluTV

Bonkis

2021 platformlarda bolca “başarısız hayat” sergilendiği, yırtma azminin dizilerde bir çeşit dinamo görevi gördüğü bir yıl oldu. Bonkis de başarısız bir işletmeciyi konu alıyor. Arkadaşlarının “Bonkis” olarak andığı Deniz zengin-sorunlu ailesine ve çiçek gibi mesleğine (mimarlığa) sırt dönüp kendi ayakları üstünde doğrulmuştur. Hoop! Doğrulduğu yer ise Hasan Can Kaya gibi Güngören değil Moda’dır ve orta-üst sınıfa seslenen, menemen satmaya burun kıvıracağı bir kafe açmıştır ancak işler gönlünce yürümüyordur. Bonkis’in özel hayatı da karışıktır. Eski sevgilisi… Zıbı zıbı zıbı vıdı vıdı vıdı… Falan filan falan… 

İlk sezonunda Sergen Deveci gibi parlak bir komedyenden dahi yeterince verim alamayan, tamamen Bonkis ve onun kaybedenliğine eğilen dizi yine de izlenir. Keçinin olmadığı yerde ısrarla izleyiniz! https://sacinitarayanlarintaragi.home.blog/2021/01/29/bonkis-menemenini-avokadolu-yiyenlerin-dizisi/

Yazan: Deniz Tezuysal

Yöneten: Emre Erdoğdu

Oynayanlar: Deniz Tezuysal, Vildan Atasever, Burak Sevinç, Öykü Naz Altay, Sergen Deveci, Lale Mansur, Cem Emüler

7 Bölüm- Bölümler ortalama 15 dakika

4. Leyla ile Mecnun – Exxen

Leyla ile Mecnun

“Şimdi burada” olmak istemeyenlerin dizisi! Navigasyonun ruhsuz sesinden usanan, sora sora Bağdat’ı bulduran tariflerin sıcaklığını arayanların, “dil kulağa üfürmedikçe yol öğrenilmez” diyenlerin dizisi… Mecnun’u seneler sonra yeni bir Leyla’nın peşinde izlediğimiz dizi bir kez daha Kireçburnu samimiyetini aktarmaya, mahalle hasretini gidermeye niyetlenmiş. Köprünün altından çok sular akmış tabi. Yavuz “büyük hırsız” olmuş mesela, Erdal Bakkal sokaklara düşmüş, Kaan, nam-ı diğer gözlük büyüyüp sosyal medya canavarına dönüşmüş. 

Mecnun bildiğimiz Mecnun… İşsiz güçsüz, çöllerde yine… Kadroyu toplayıp aksakallı dedesinin kılavuzluğunda dünyayı kurtarmanın hesaplarını yapıyor.

Leyla ile Mecnun (beklendiği üzere) eski tadı vermese bile güçlü hikâyesi ve oyunculukların hatırına izleniyor. Hele İsmail Abi! Dünyanın yükü omuzlarında, Kireçburnu’nun Atlas’ı mübarek! Gemi bu saatten sonra gelmez abi ya biz hâlâ buradayız, merak etme! https://www.gazeteduvar.com.tr/o-gemi-gecikti-be-mecnun-haber-1534405

Yazan: Burak Aksak

Yöneten: Onur Ünlü

Oynayanlar: Ali Atay, Deniz Işın, Serkan Keskin, Cengiz Bozkurt, Ahmet Mümtaz Taylan, Osman Sonant, Köksal Engür, İştar Gökseven, Sarp Aydınoğlu, Nalan Kuruçim

10 Bölüm- Bölümler ortalama 55 dakika

3. 10 Bin Adım – Gain

10 Bin Adım

İki eski sevgili Mehmet ile Ezgi’nin sağlıklı yaşam için on bin adım atarken yaşadıkları ilginç olayları konu alan dizi 8-10 dakika süresiyle su gibi akıp gidiyor. Her bölümde bir başlıktan hareket ediliyor ve ağırlıklı olarak kahramanlarımızın yeni ilişkileri, birbirlerine yaklaşımları işleniyor. 

Engin Günaydın‘ın canlandırdığı Mehmet kendini pısırık, kişiliksiz biçiminde tanımlarken Devin Özgün Çınar‘ı ise özgüvensiz fakat sempatik Ezgi rolünde izliyoruz.

Gain’in “kurucu dizileri”nden olan 10 Bin Adım platformun seslendiği kitleye dair de fikir vermekte… Adımlar genellikle Sarıyer sahil, Maçka Parkı ve Bağdat Caddesi’nde atılırken kahramanlarımız başlarına aldıkları dertlerle adeta “orta sınıfın toplumun geri kalanıyla sınavı”nı veriyorlar.

Yazan: Engin Günaydın ve Devin Özgür Çınar

Yöneten: Duygu Güzelmeriç

Oynayanlar: Engin Günaydın, Devin Özgür Çınar, Teoman Kumbaracıbaşı

10 Bölüm – Bölümler ortalama 10 dakika

2. Ayak İşleri – Gain

Ayak İşleri

Yurdum erkeği (göbekli ve şiveli) Vedat ile politik doğrucu Evren’i bir oyun şirketi patronunun ayak işlerini görürken izlediğimiz dizi her bölüm farklı bir macera, farklı bir cümbüş, farklı bir cemaat! Borç tahsil ediyor, köpek çalıyor, burunlarını olmadık işlere sokuyorlar.

Bir akşam yemeğinde iş arkadaşları art arda vurulup kollarında ölen Vedat haklı olarak isyan ediyor: Kapayeydim kollarımı, bu kadar travma yaşamak zorunda mıydım? Peki Evren? Nepotizme karşı çıkmasın mı bu adam? O çıkmasa, bu çıkmasa nasıl bozulacak bu kayırmacı çark? 

Ayak İşleri dinamizmiyle genç bir mizah diline ve çağımızı yakalayan bir tempoya sahip. Son bölümlere doğru ivmesini yitirse de izlenir. Hiç değilse gülünür geçilir. Maksat da o değil mi? https://sacinitarayanlarintaragi.home.blog/2021/05/15/ayak-isleri-bir-sekansta-hallederiz/

Yazan: Caner Özyurtlu ve Volkan Öğe

Yöneten: Caner Özyurtlu

Oynayanlar: Çağlar Çorumlu, Güven Murat Akpınar

10 Bölüm – Bölümler ortalama 15-20 dakika

1. Gibi – Exxen

Gibi

İncir çekirdeği doldurmaz meselelerden manav açtıran dizi… Saçma sapan dizi! Kahramanlarımız Yılmaz ve İlkkan’ı kâh seyyar kokoreççi açmaya zorlayan kâh “ansızın gelen iyilik yapma arzusu ve hazırlıksız yakalanmaları” itibariyle onlara çıp çıp yaşlı yıkatan dizi Gibi…Ne eksik ne fazla, dizi gibi dizi! 

Nü resim modeli amcalar, salaş meyhane işleten dayılar, yolunu sahte kan davalarıyla bulmaya çalışanlar… Erasmus’la gelen yamyam öğrenci mi dersiniz, bilgelik öğreteceğim diye kafaladıklarına ev işi gördüren mentor mu ararsınız hepsi ve daha fazlası Gibi’de… 

Ömer Sinir’in yönettiği bu Exxen dizisinde başrolleri Feyyaz Yiğit ile Kıvanç Kılınç paylaşıyorlar. Senaryoda ise Yiğit’in yanı sıra Aziz Kedi’nin imzası bulunuyor.

Gibi için Exxen’in en başarılı işi diyebiliriz. https://sacinitarayanlarintaragi.home.blog/2021/04/03/gibi-gibiyim-gibisin-gibi-gibiyiz-gibi-gibiyiz-gibiyiz/

Yazan: Aziz Kedi ve Feyyaz Yiğit

Yöneten: Ömer Sinir

Oynayanlar: Feyyaz Yiğit, Kıvanç Kılıç, Ahmet Kürşat Öcalan, Celal Öztürk

12 Bölüm – Bölümler ortalama 30-40 dakika

Kendine dönüklüğün sönüklüğü ve gerçeğin sömürüsü

Son birkaç söz söyleyip geride bıraktığımız yılın platform komedilerini kısaca değerlendirebiliriz. Temelde iki ayrı eğilim dikkat çekiyor.

Bir: Gerçek yaşama ve mekânlara şaşırtıcı bir ilgi söz konusu… İlginç Bazı Olaylar, Bir Yeraltı Sitcom’u ve Doğu dizileri komedyen, oyuncu kimliğiyle tanınmış gerçek kişilerin yaşamlarından kurgusal kesitler aktardı. İbrahim Büyükak dizisinde geleneksel aile yapısını, esnaf babasını, sevecen anasını ve ona çok şey öğreten ninesini öne çıkarırken, dostluklarını canlandırmayı da ihmal etmedi. Büyükak bu atmosferin yanı sıra gençliğinden itibaren yazarlığa duyduğu merakı işledi. 

Doğu Demirkol ise bir anlamda yürüdüğü yolun güldürme telaşını ve sosyal çatışmalı ortamını paylaştı. Yetenek yarışmasında başından geçenleri, hekim babasının gölgesinde kalışını, üniversite arkadaşları alıp yürürken iş hayatına bir türlü atılamayışını, başka bir deyişle “öğrenci kalma” psikolojisini gayet samimi aktardı diyebiliriz. Öyle ki en yakın arkadaşıyla kurduğu ilişkiyi bile baştan sona başarısızlık duygusunun belirlediğini görüyoruz.

Şu ara şov programındaki küfürleri ve bel altı şakaları yüzünden başı iktidarla derde giren Hasan Can Kaya da başrol oynadığı dizide “yükseliş” öyküsünü merkeze alıyor. Kaya’nın dizisinde de samimi bir hava var fakat bu hava alabildiğine sömürülmüş. Yoksulluk üzerine kurulan şakaların ötekileştirilmiş bir zemine basması ister istemez eğreti durmasına yol açmış. 

Bu dizilerin ortak yanı başarılamamış olanı, tanınmamış olanı yahut tanınsa dahi tatmin olunamayanı ortaya koymaları… 

Başarısızlık yahut başarma çabası “gerçek mekân” dizilerinde de karşımıza çıkıyor. Bunlardan Bonkis büyük ölçüde gerçek bir deneyimi aktarırken Adım Başı Kafe batıracak parası olan laik agresiflerin artık aşina olduğumuz “kafe açma” girişimine eğiliyor. Doğrusu her iki dizi de esas olarak orta sınıfın hali pürmelalini sergilemekte. Zaten kahramanların melül melül dolaşıp ümitsizliği hobi haline getirdiklerini, siyasi bir açmazdan, kültürel bir çaresizlikten beslendiğini görüyoruz.

Muzip birliktelikler, tutan kimya dizileri

İki: Muzip ikililerin başarı yakaladığını söyleyebiliriz. Ayak İşleri‘ndeki gibi birbirine zıt yahut Gibi‘de olduğu gibi birbirinden beter kafadarların başlarına gelen bölüm başı maceralar ilgi çekici… 10 Bin Adım’ı da buraya yazabiliriz. 

Tutan kimya’ya ve kafadarlığın, ahbap çavuşluğun çağdaş yorumuna yaslanan bu diziler aynı zamanda kısa süreleri ile sıkmıyor, seyirciyi yormuyor. Özellikle Ayak İşleri ve 10 Bin Adım Gain’in diğer yapımlarına benzer şekilde bir çırpıda bitiyor. Göz açıp kapayıncaya bağlıyor sözünü. Gibi ise biraz daha uzun ve Gain’in işlerine kıyasla daha gelişkin bir bölüm öyküsüne, yan karakter çeşitliliğine sahip.

**

Platformların bu sene yayınladığı komedi dizilerine yukarıda bahsettiğim iki çizgi hâkim… Bunların dışında Leyla ile Mecnun ve Acans kalıyor. Acans beyaz yakalı samimiyetsizliğini yenilikçi bir tavırla daha doğrusu eleştirel bir yaklaşımla ele almadığından ötürü hayli renksiz bir dizi. Leyla ile Mecnun ise yayınlandığı ilk dönem “yeni seyirci”yi yakalamış, platformlar henüz yayın hayatına başlamadan” platform dizisi” olarak anılmaya başlamış, “platforma (internete) yakışır” dedirten bir dizi ve bir taraftan da 90’lar mahalle samimiyeti dizilerine bağlanabiliyor.

Toparlarsak 2021 güldürülerinde bireysel ağırlıklı öyküler öne çıkıyor ve muzip ortaklıklarda dahi tarafların bağımsızlaşma, var olma çabasını izliyoruz. Kalabalık kadrolu Acans, Adım Başı Kafe ve Leyla ile Mecnun dizilerinde ise samimiyet-samimiyetsizlik ekseninde veriliyor kavga… Ne kavgası? Komik olma kavgası elbette!

Haydar Ali Albayrak